Sunday, 30 January 2011

Middle East’s Protest Waves Lap at Iraqi Kurdistan



30/01/2011 09:56:00 By RUDAW
Supporters of the Kurdish opposition "Gorran" or "Change" movement celebrate in the streets after polls closed in the Iraqi parliamentary elections in March 2010, in Sulaimani.------ Photo/AP.
ERBIL, Iraqi Kurdistan: Inspired by Egyptian demonstrators trying to overthrow their authoritarian government, the Iraqi Kurdistan region’s largest opposition party is calling on the Kurdish Regional Government (KRG) to step down.

Opposition party Gorran declared late Saturday evening that the government must abdicate, claiming it was corrupt and that it did not represent the will of the people.
“Honorable people of Kurdistan, as you all can see, the day of the demise of dictatorial and despotic regimes has come,” said a statement issued by Gorran (which means “Change” in Kurdish), the semiautonomous region’s main opposition party with 25 seats in its 111-seat parliament.
The statement, read out on Gorran’s official KNN television channel, called on “the cabinet, which is solely a KDP [Kurdistan Democratic Party]-PUK [Patriotic Union of Kurdistan] government, to resign and a new transitional government to be formed.”
“This is the only solution for the reform of the region’s political system,” continued the statement, which asked for the support of other opposition parties, including the Kurdistan Islamic Union (KIU) and Kurdistan Islamic Group (KIG).
Gorran’s spokesman, Mohammed Tofiq Rahim, expressed Gorran’s intentions more clearly, saying the Kurdish people may start protesting against the Kurdish leadership if it did not make genuine reforms.
“Waves of protest are resonating across the world,” said Rahim on KNN. “If the KDP and PUK don’t reform, that could happen here as well.”
In quick response, several harsh statements were issued by the offices of Kurdish President Massoud Barzani and Prime Minister Barham Salih, and the two ruling parties’ political bureaus.
Barzani’s office described Gorran’s statement as an “anarchic” attempt to “derail all the achievements” gained by the relatively safe and prosperous Kurdish region in the last two decades of self-rule.
“We will not accept anyone destabilizing the region’s situation or destroying the lives of the people,” said the statement. “Any change in the region’s situation can only happen through elections and not through unconstitutional and illegal means.”
In their joint statement, the KDP and PUK accused Gorran of attempting to mount a coup against the government, calling it unacceptable.
“We will confront any coup d’état movement to our utmost ability, and will not allow it to destroy the stability and safety” of the Kurdistan region.
The prime minister’s statement promised further economic and political reform.
A demonstration is expected to take place on Monday in Sulaimani city to protest the shortage of electricity in Kurdistan.
Gorran said it was not behind the protest, and meanwhile the KRG has promised to supply Sulaimani province with 21 hours of power per day, starting February.
http://www.rudaw.net/english/kurds/3434.html

Saturday, 29 January 2011

اربيل وهويتها التركمانية




كتاب جديد للكاتب عباس احمد

اربيل وهويتها التركمانية
ضمن منشورات ( جمعية الثقافة والتعاون لتركمان العراق ) في تركيا , صدر كتاب جديد للكاتب عباس احمد بعنوان ( اربيل وهويتها التركمانية ) وهو دراسة وبحث عن حقيقة الوجود التركماني في اربيل وبــ( 104 ) صفحات من الحجم المتوسط ويتضمن المحاور التالية -
تقريض بقلم المحامي حبيب الهرمزي
مقدمة
الباب الأول :- يتحدث عن الحضارة السومرية التي ولدت من رحم حضارة اناو التركمانية بالإضافة الى فصول عن اربيل في ذاكرة التاريخ ومحاولات تغيير التركيبة السكانية
الباب الثاني :- قلعة اربيل والمساجد والتكايا والاضرحة وكهاريز المياه وأمور أخرى عن اربيل
الباب الثالث :- ويتحدث عن التراث الشعبي في مدينة اربيل ومعالمها وتراثها الشعبي الى جانب التطرق الى نجوم وشواخص من اربيل وكذلك الشخصيات الاربيلية والكركوكلية التي بقيت في ذاكرة أهل اربيل ومن ثم الخوريات ورواد الفن والمقاهي الشعبية وحكايات من شهود عيان
الخاتمة والمصادر
يذكر انه صدر للكاتب كتابان ( نفحات ايمانية – الكتاب الأول / رمضان 2006 ) و ( نفحات ايمانية – الكتاب الثاني / رمضان 2007 ) ,
له مشاريع كتب عديدة جاهزة للإصدار في حقول متنوعة / نجوم في سماء التركمان عن الشهداء / أيها الشاب التركماني ضمن سلسلة رسائل الى الشباب / قصائد شعرية / قصص قصيرة

Milli Mücadele yolunda (22) Şehit Zehra Bektaş TİSİNLİ




Yazan: Sadun KÖPRÜLÜ

Irak Türklerini kahraman, yiğit, atılgan korku, ölüme karşı, milletini toprağını satmayarak, bırakıp gitmeyerek, kadınlarımız, kızlarımız bu milli mücadeleyi başardılar ve başarmaktadırlar.
Saddam rejiminin döneminde Irak Türklerine karşı 35 yıl süren asimilasyon politikası, çok sayıda insanları evlerinden sürgün ederek uzaklaştırarak, evlerini ellerinden alarak ve başlarına yıkarak, genç yaşta onları ve yaşlıları bile idam ederek Abu Garip hapishanesine atmıştır.

Birçok Türkmen köyleri gibi, Tisin Türkleri evlerinden atılarak, uzaklaştırılarak, Irak’ın güneyine yoksa Kuzey Erbil şehrine gönderilmişlerdir, kıyıcı Saddam dikta rejimi her evden üç, dört Tisin Türkünü idam ederek işkence her türlü baskı uygulamıştır.
Irak Türklerinin günümüze kadar sürekli olarak acıları, çileleri daha bitmemiştir. Hiç bir zaman Irak iktidarları dikta rejimleri Türklere göz açtırmadı, milli haklarının ve can güveliğinin olmadığı durumda Irak’ta daha acı, baskılı günler Türkleri beklemektedir. Türkler baskılardan dolayı Kendi topraklarını, istemeyerek bırakmaktadırlar, acı insanlık dramı, Irak’ta insan haklarına saygının, demokrasinin, huzur ve istikrarın sağlanmadığı için Irak Türklerinin acı durumu sürecektir.

İşte Irak Türklerinin simgesi sayılan Zehra Bektaş Tisinli, Baas rejimi diktatör Saddam’a karşı, Kerkük Türk şehrini bırakmalarını istediler, her türlü kendisine ve ailesine işkence uyguladılar, direndiler mücadele ettiler, ama bir türlü Kerkük’ü bırakmadılar.

Bununla yetmeyen kıyıcı rejim, zorla uzaklaştırma kararını uygulayarak, bu mücadeleci aileyi Kerkük’ten, Irak’ın kuzeyine göndermek isteyerek, Türk kızı Zehra ölümü, şehitliği, aklına koyarak gözüne koyarak mücadelesini sürdürerek, direnerek, en son şiirin canını, temiz kanını Kerkük, Türkçülük için verdi, kanını döktü ama Kerkük’ü bırakmadı. Bu kutsal Türkçülük kokan Kerkük’e kendisini adayarak. Kendisini, yaktı ilkesinden dönmeden. Bir simge ışık olarak, bugün öteki şehitlerimiz gibi, milli mücadele yollarımız aydınlatmaktadır.

Zehra Tisinli Saddam Irak Emniyet güçleri önünde, 16- Ekim 1995 tarihinde Baas rejiminin uzaklaştırma kararını protesto ederek ve Kerkük’ün bir Türk şehri olduğunu ilk genç yaşlarında Kerkük için, Türklük için Zehra gaz bidonunu üzerine döktükten sonra, kibrit yandırarak, kendini yakarak, baba gür, gür gibi yanarak, Irak Türklerinin yüzünü aklaştırarak, Irak Türklerinin sonsuza tek bir meşalesi olarak, Kerkük, Türkmen bölgelerinde ve tüm Türk dünyası üstüne sonsuza dek yanacaktır.

Yollarımızı aydınlatarak haklarımızı almaya kadar, kanımızın son damlasına kadar, bu milli mücadele yolumuz Zehra gibi, çok kızlarımız, kadınlarımız aydınlatmaya ön sırada beklemektedirler.

Şehit Zehra Küçük yaşlarından ilkokul yazıldığı günden dinine, Milletine toprağına bağlı bir Türkmen çalışkan milli mücadeleci olan Zehra Bektaş TİSİNLİ Saddam rejimi döneminde toprağı Kerkük için kendisini yakan, bir Türkmen kızı destan olarak tarihimize geçmiştir.

Kıyıcı Saddam rejiminin Irak Türklerine karşı 35 yıl yapmış olduğu işkence, zulüm, uzaklaştırma, göç, köy ve ilçelerimizin yıkılması ile Araplaştırma asimilasyon politikası, insanları ölümle yargılandırmıştır.

Şehidimizin Babası, Bektaş Ali Feyzullah 70 yaşlarında, önce Kerkük’ün eski köprü mahallesin de yaşayarak ve 27 yıl Kerkük’ün petrol, IPC Irak Petrol Ofisinde çalışarak ve emekliye ayrılmıştı. Bektaş Ali Zehra’dan başka dört kız ve iki erkek çocuğu ile birlikte uzun yıllardan beri bu Türk topraklarda yaşayarak büyümüşlerdir, Kerkük’te yaşıyorlardı. İran, Irak savaşında şehit olan Damadının dört öksüz torunlarıyla zor günlerde yaşamasına rağmen Saddam rejiminin gizli servisi emniyetle birlikte akşam tüm ailenin yaşamış olduğu evin kapısını şiddetle vurarak ve kapının açılışını beklemeden Saddamcılar içeriye girerek ve Bektaş Ali dayını eşi ve çocuklarının gözü önünde birkaç kişiyle döverek zorla evinden alarak götürmüşlerdir.

Uzun bir süre tutuk evinde her türlü işkencelerden sonra Saddam istihbarat tarafından evine gönderilmişti.
Suçsuz olan Bektaş Ali dayı suçunun nedeni oğlunun savaş tutsağı olduğundan dolayı söylemişlerdir ve görmüş olduğu işkenceler ile yaraları iyileşmeden 14 Ekim 1995 tarihinde tekrar kapı vurularak, yine bu defa Saddam kıyıcıları dayı Bektaş ile ailesinin 24 saat içinde evlerini ve Kerkük şehrini bırakmalarını istemişlerdi.

Bektaş dayı ile çocuklarını vurarak dayaklar atarak bu yaşta Saddam’ın istihbarat emniyeti tarafından yapılan işkenceye zorla dayanan aile ve dayı Bektaş bu defa işkencenin daha acısı Zehra için bu kez doğduğu ve büyüdüğü anayurdu, canından fazla sevdiği güzelim Kerkük’ü nasıl bırakacak, aile her türlü acılarını işkenceleri babasının bu yaşta dayak vurmasını kan içinde olduğunu bile unutarak, bu defa Kerkük ana vatanı nasıl bırakacaklar, ve başka bir yere göçecekler Kerkük’ü ve Türkmen milletini bırakmak ölümden beter olduğu Zehra düşünmeye başlıyordu.

Tüm ailenin yalvarma, yakarma, bağırıp çağırma figan etmeleri hiçbir sonuç getirmedi, artık karar alınmış Zehra ve ailesi Kerkük’ten uzaklaşacaklar yerlerini, topraklarını komşu tanışlarını, dostlarını bırakacaklar bu çok kıyıcı acı bir durum, sabrı biten bu haksızlığa ve Kerkük’ün ayrılığına dayanmayan Zehra ölürsem, şehit olursam ben bu toprağımı sizlere bırakmayacağım Allah hakkımızı Bir gün nasıl olursa alacaktır, Bir gün sizlerde yok olacaksınız, Saddam’ın gizli servisi Zehra’ya Tokat atarak dövmeye başlarlar, artık bu duruma dayanmayarak ve eline almış olduğu petrol bidonunu başına, üstüne dökerek, bu acı olayı ve Irak Baas yönetimini Türkmen milletin uzaklaştırma ve göç edilmesini protesto ederek, yüce sesiyle dağları taşları inleterek, Kerkük Türk’tür Türk kalacaktır, Kerkük bizimdir ölürüz vermeyeceğiz, yok olsun baascı Saadam’cılar sloganları atarak kendini büyük Türk milletine özveri, Adak vererek tüm milletin ve Saddamcıların karşısında kendisini milli mücadele yolunda yandırarak, yakmıştır.

Zehra bir ilkbahar çiçeği gibi tüm Türk dünyasında açılarak, temiz kokusunu saçarak, bir ışık gibi karanlık günlerimizi aydınlatarak, milli dava yolumuzda Al bayrağımız gibi gökyüzünüzde sonsuza dek dalgalanarak kahramanlık, yiğitlikle Mücadele tarihimize geçmiştir.

Şehit Zehra’nın kefeni sarılmadan bile. Babası Bektaş dayının acıları bitmeden, yaraları sarılmadan 19 Ekim 1995 tarihinde kapıda bekleyen Saddam kıyıcıları uzaklaşma göç emrini babasına vererek evlerinden zorla vura, vura arabaya bindirilerek, bırakarak Kerkük şehrinden çıkarılarak, bu acı çileye dayanmayan aile kızlarını kutsal Kerkük toprağına gömdükten sonra son bakışla Türkmenlere ve yaralı, kimsesiz Kerkük’e komşulara baktıktan sonra gözlerinden yaşlar yerine kanlar akarak, dökülerek, ağlayarak artık hainlerden kıyıcı Saddamcılardan haklar alınmadan bu ailenin gözyaşları mahşer gününe kadar kurumayacaktır.

Artık bu aile ne kadar Kerkük’ü canla zorla, baskıyla bıraksalar da ama ruhları Kerkük’te yaşamaktadır, çünkü onlar Kerkük şehrini bıraksalar da orada ölmeyen şehit Zehra yaşamaktadır.

Nasıl olursa bu Aile Türkmen olan Erbil şehrine sürgün, uzaklaştırıldılar ve Erbil Türkmenleri onlara evlerini, kucakları açarak, dertlerine, acılarına ortak oldular yanlarında oldular.

Şehit Zehra’nın Türkmen tarihinin milli mücadele yolunda adı temiz kanla yazılarak, kuşaktan, kuşağa yolumuzu aydınlatacaktır. Ve bu genç şehit için yüce Allah’tan rahmet, ailesine sabırlar ve kendine cennete özgürcesine yaşamasını bu acı yaşamış olduğu günlerinden sonsuz olan kutsal yerinde mutlu olmasını Yüce Tanrıdan dileriz. Artık onu bizler büyük Türk milleti olarak unutmayacağız, gökyüzümüzde parlak yıldızlar ve on dört gününde doğan ay yıldız ile bir arada Türk dünyasında umutlar veren parlak, aydınlık saçan, sönmeyen bir ışık gibi yaşantımızda canlanmaktır.

HABUR SINIR KAPISI İŞKENCE KAPISI



HABUR SINIR KAPISI İŞKENCE KAPISI
ALİ KERKÜKLÜ

Türkiye"yi Orta Doğu, Asya ve Avrupa ya bağlayan tek sınır kapısı konumunda bulunan Habur sınır kapısı İhracatın her geçen yıl katlanarak arttığı Irak ve Irak’a komşu ülkelere sırf Habur'daki zaman kaybından ötürü gitmeye çekinen işadamları ve yolcular kapıda saatlerce ve günlerce kuyrukta bekletilmekten şikayet ediyorlar.

Habur'da problem kronikleşmiş durumdadır, çay ve sigara gibi küçük ölçekli ticareti yüzünden işadamlarının,yolcuların,araçların (ticari taksi,araba,otobüs…), kamyon, tanker, ve TIR’ların saatlerce ve günlerce kuyrukta beklediği ve geçişlerdeki probleme ciddi olarak el atılmadığı görülmektedir. zaman zaman sınır geçişlerinde düzelme olsa da istikrarlı bir iyileşme sağlanamadığını ve çözümün uzun vadeli olmadığı görülmektedir. Son günlerde Habur’dan Irak'a geçişlerde birkaç saatte geçilebildiğini, Habur'da gerekli kolaylıkların sağlanması ve alternatif kapıların açılmasıyla geçişlerin kolaylaşacağı aşikardır. Türkiye’ye giriş ise büyük bir felakettir çünkü yolcular 6-9 saatte sınırdan geçebiliyorlar.

TIR, tanker ve kamyonlar saatlerce ve günlerce kuyrukta bekliyorlar. Habur sınır kapısını sadece ticaretle uğraşanlar değil aynı zamanda giriş ve çıkışlarda yaşlı, genç, çocuk ve hasta insanlar da kullanmaktadır. Bu geçişlerde işlemlerin sadece 10-15 dakikalık bir süre olması gerekirken 6-9 saat bekletilmektedir. Yazın cehennem sıcağında, kışın dondurucu soğuk da saatlerce bekleyen insanlar, bu kapı işkence kapısı değil de nedir? Akıllı olmaya gerek yok yetkililer zahmet edipte normal bir vatandaş gibi sınırı geçip geri gelsinler ne kastedildiğini anlayacaklardır.

18 Ocak 2011 tarihinde Habur Sınır Kapısı'nın başmüdürü Rifat Bolat Zaman Gazetesine verdiği demeçte “Asayiş berkemal!”: “ kapıda personel yetersizliği yaşanmadığını, geçen yıl gerçekleştirilen atamalarla yüzde otuz personel artışı sağlandığını, çıkış işlemlerinin on iki (12), giriş işlemlerinin ise sekiz (8) peronda yirmi dört saat kesintisiz yürütüldüğünü. İşlemler yavaş değil, olağanüstü sayılabilecek bir hızla on beş dakikada sonuçlandırılmaktadır. Yoğun iş yükü ve çalışma temposuna rağmen müsteşarlığımız misyonuna uygun olarak yasal ticaret olağanüstü kolaylaştırılmıştır." İyide bu uzun kuyrukların, saatlerce ve günlerce bekletilmenin sebebi nedir, İnsan gördüklerine mi, yoksa duyduklarına mı inanır?

12 Aralık 2010 tarihinde Devlet Bakanı Hayati Yazıcı, Habur Sınır Kapısı'nda incelemelerde bulundu. Bakan Yazıcı: “Araç bekleme sürelerini asgariye indirdik. Birkaç ay önce bu yolda, ticaretin akışıyla ilgili şikâyetler almıştık, bu şikâyetlerin çoğunluğunun da araçların bekletilmesi yönünde olduğunu gördük. Oysa bu şikâyetlerle ilgili daha önce ağustos ayının başında bir müfettiş gönderdik. Buradaki sorunları çok iyi tespit etmişti. Burada incelemeler yaptık. Görüldüğü gibi buradaki şikâyet konuları ifade edildiği gibi değil ( yani yığılma, tıkanıklık, kuyruk, yolcu ve araçların bekletilmesi yok!). İki peronun çalıştığı belirtilmişti (belirtilen bu iki peron sadece yolcu, ticari taksi, araba, otobüs vs geçişleri içindir. Diğer peronlar ise TIR, tanker, kamyon ve kamyonetlerin geçişine ayrılmıştır. Habur Sınır Kapısı'nın başmüdürü Rifat Bolat: “İşlemler yavaş değil, olağanüstü sayılabilecek bir hızla on beş (15) dakikada sonuçlandırılmaktadır”, diyelim ki sırada 100 araç var ve her araç için işlem 15 dakikadır, 100’cü araca sıra gelmesi için sizce kaç saat beklemelidir, ki bu araçlarda yaşlı, genç, çocuk ve hasta insanlar da olabiliyor.

Buna ek olarak nöbet değişimi ve yemek molası de eklenirse durumu siz takdir edin, lütfen kendinizi bu insanların yerine koyun. Şimdi soruyorum yolcuların ve araçların(ticari taksi, araba, otobüs..) geçişi için iki peron yeterli mi?).

Gidişte de 4 peron çalışıyor. Türkiye'ye girişte, güvenlik kontrolü yapılıyor. Ancak gümrük olarak buradaki en büyük sıkıntılarımızdan birisi, bu yörede yaşayan vatandaşlarımızın günlük, birkaç kez Irak’ın Kuzeyine gidiş ve dönüş yapıyor olmalarından kaynaklanıyor ( saatlerce süren giriş ve çıkışlar, nasıl oluyor da vatandaşlar bir günde birkaç kez giriş ve çıkış yapabiliyor?!!).” Devlet Bakanı Hayati Yazıcı gidişte (çıkışta) 4 peron çalışıyor, Habur Sınır Kapısı'nın başmüdürü Rifat Bolat ise çıkışta 12 peron ve girişte ise 8 peronun çalıştığını söylüyor, şimdi kim doğruyu söylüyor? Her şey güllük gülistanlık ise o zaman bu insanlar neden şikayet ediyor?

Gerçekten 24 peronlu Habur sınır kapısının kaçında işlem yapılıyor, 24 saat giriş-çıkış işlemlerinin yapılmaması ve tam kapasite ile çalışmaması, ayrıca yolculara özel peron veya peronların ayrılmamasına ne denir. Biz o bölgenin insanlarıyız ve bu yaşananları açık ve net olarak görüp yaşamaktayız, Medya, Milletvekilleri ve devlet yetkililerini Habur sınır kapısına davet ediyoruz, ki bu rezaleti gözleri ile görsünler ve bu kapının ne durumda olduğunu anlasınlar.


16 Ekim 2009 tarihinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın dokuz bakan, çok sayıda bürokrat ve işadamıyla birlikte ziyaret ettiği Irak’ta iki ülkeyi yakınlaştıracak 48 mutabakat zaptına imza atıldı. Bunlardan birisi Irak’a yeni sınır kapıları açılması ve Habur’un yanı sıra iki sınır kapısı daha (Ovaköy ve Şinova sınır kapıları) açma imzaları atıldı. Ekim 2009 sonunda Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan: “Türkiye ve Irak sınır kapılarında görülen yoğunluğun işlerde gecikmeye yol açtığını ve 2 yeni sınır kapısı (Ovaköy ve Şinova) açılması için iki ülke arasında mutabakat zaptı imzalandığını belirtti.”

Türkiye ve Irak arasında bir buçuk sene önce iki sınır kapısının açılması için mutabakat zaptı imzalandı, bu mutabakat zaptı bugüne kadar neden yerine getirilmedi bir bilen var mı? Türkiye, Irak’a ikinci kapıyı bir türlü açamıyor. Yani Ovaköy sınır kapısı sadece kağıt üstünde kaldı. Kürt Yönetiminin kontrolünde olan Habur’un paralellerinde İbrahim Halil’den tüm gümrük gelirini elde ediyor, dolayısı ile Habur sınır kapısı kontrolünü ve gelir kaynaklarını kaybetmemek için Ovaköy sınır kapısının açılmasını engelliyor.Gazeteci araştırmacı yazar Saygı Öztürk’ün “KÜRTLER İKİNCİ KAPIYI AÇTIRMIYOR” yazısında: “Silopi’nin Ovaköy’ünde açılması öngörülen Ali Rıza Bey Sınır Kapısı hiçbir zaman açılmadı. Çünkü, Mesud Barzani ve Celal Talabani, böyle bir kapının açılmasına izin vermiyordu.

Ayrıca, Amerika’da Türkiye’den Irak’a ikinci bir kapı açılmasını istemiyordu. Amerika, “kapı açılsa bile geçişlerin mutlaka Kürt bölgesinden yapılmasını da ısrar ediyordu. Habur Sınır Kapısı tamam ama, Türkiye, Irak’a ikinci kapıyı bir türlü açamıyor. Yani Ovaköy Ali Rıza Bey Sınır Kapısı sadece kağıt üstünde kaldı. Türkiye, Güneydoğu’daki vatandaşlarımız için Kürt yönetimine hep muhtaç olmaya devam edecek. Acı da olan bu… Yoksa “yap-işlet-devret” diye görkemli kapılar açmışsın neye yarar?”

Ovaköy sınır kapısı 90’lerden beri Türk Hükümetleri tarafından gündeme getiriliyor ama sonuç yok. Habur sınır kapısının kapasitesi yetersiz ve bu kapı günümüz şartlarına cevap veremiyor, bunu da sağır sultan bile biliyor. Bölge Milletvekilleri bu kanayan yarayı görmüyorlar mı, neden bu olayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’de (TBMM) gündeme getirmiyorlar. Düşünün Türkiye’nin Suriye ile 13 ve İran ile 3 sınır kapısı var, ama ihracatın yüksek olduğu Ortadoğu ve Irak ile sadece tek bir sınır kapısı bulunmaktadır, sizce nedeni ne olabilir. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Irak ile yeni sınır kapısı (Ovaköy) açtıramıyor mu?

Yorumu sizlere bırakıyorum. Türkiye ile Irak ve Ortadoğu arasında gelişen ekonomik ve ticari ilişkiler, Türkiye'nin Irak'ın yeniden imar ve kalkınmasına katkılarının Irak’a açılan tek kapının Habur sınır kapısı ile mi olacak? Habur sınır kapısı sadece belli bir grubu zengin ediyor, onlarda Türkiye’ye düşmanlık besliyor ve PKK’ye destek veriyor, PKK ise Türk askerini şehit ediyor. Türkiye sadece Kürt yönetimi ile değil, komşuları ile ticaretini olabildiğince geliştirmek istiyorsa yeni kapılar açmalıdır, ki Iraklılar ve bölge ülkelerinin insanları da bu ticaretten yararlansın, çünkü bölge ülkeleri ile ticari ilişkilerindeki artış, bu ülkelerle sosyal, kültürel ve siyasal ilişkileri de olumlu etkileyecektir, ne dersiniz?

McClatchy VIDEO: Iraq's Oil Future

McClatchy VIDEO: Iraq's Oil Future


Tuesday, 25 January 2011

Milli Mücadele Yolunda 21 Şehit Emel Muhtar FUAT



Milli Mücadele Yolunda 21
Şehit Emel Muhtar FUAT
Yazan: Sadun KÖPRÜLÜ

Irak Türkleri uzun yıllardan beri topraklarını, yurtlarını, milletlerini can gönülden iç duygularıyla severek gençleri, yaşlıları, erkekleri kızları kadınları her bir alanda çalışarak Milli Mücadele dava Yolunda canlarını, kanlarını adak vererek tüm düşmanlara, kıyıcı dikta rejimlere karşı korku, ölüme tutuklanmaya, uzaklaşmaya rağmen dillerinden vazgeçmeyerek yollarından dönmeyerek
Direnerek her alanda Türk milletlerini savunarak şehit olmuşlardır.

Irak Türklerinin kutsal tarihlerinin en büyük acımasızlıklarının sahnelendiği Kerkük Türk topraklarda işlenen korkunç katliamlardan 14 Temmuz 1959 Kerkük soykırımında genç yaşta kıyıcı Kürt peşmerger, komünistler tarafından şehit edilen 12 yaşında Emel Muhtar Fuat ve üç kardeşi ile birlikte dünyanın sonsuzluğuna kadar unutulmayan Irak Türklerinin Milli Mücadelemizi aydınlatan tarihimizin parlak bir simgemizdir.

Türk Milletimizin tümünü ezdirmekle yok etmeye çalışarak kendi topraklarında, sindirme, asimilasyon politikası Abdukarim Kasım ve Molla Mustafa işbirliğiyle uygulanmıştır.
Kıyıcılar daha küçücük yaşta Irak Türk çocuklarının genç kızları, kadınlar genç yaşlı bilmeden öldürerek milletimizi ortadan kaldırmak istiyordular.

Ama Allah’a inanan milletimiz hiç korkmadan kendisini savunarak yüzlerce şehitler vererek, düşmanlara aldanmadı baş eğmedi toprağına sahip çıkarak haklarını almıştır.
Emel Muhtar O kara 14 Temmuz gününde diğer çocuklar gibi mutlu idi Bayramı kutlamaya katılmış, sevinerek eğlenmişti, yüzünde umutlar gülümseyerek koşuyordu, çocuklarla oynuyordu.

Emel çocuk arkadaşlarıyla oyununu yarıda bırakarak sabah erkenden başlayan kurşun sesleri duyunca eve koşarak kendisini annesinin kucağına atarak, gelen haberlere göre caddelerde, sokaklarda Türklerin öldürüldüğü ailesine ulaşarak herkes eve saklanmakla, tüm ailenin çocukları bir yere kıpırdamadan birbirlerine sarılarak annelerinin, babalarının karşına geçmişlerdir.

Hepsi evde olmalarına rağmen yalnız oğulları Cihat Bağdat´a giderek yurt dışından gelen kuzenini karşılamak için, O gün haber alınarak Kerkük´ün her yerinde kan gövdeyi götürüyor söylenirdi.

Gözlerini Kan boğan ve kana susamış olan katiller, kıyıcılar Türkleri silah zoruyla evlerinden alarak ve birçoğunu öldürerek sürüklemişleredir.
15 Temmuz Bağdat´an Dönen Cihat evde ailesiyle birlikte öğleye doğru evin çatısından yabancı sesler duymaya başlamışlardı.

Canılar komşunun evinin çatısından Muhtar Fuat’ın atlayarak eve sızarak dolmuşlardır.
Türk kanına duymayan Kürt peşmergeler, komünistler ellerinde silahlarını evdeki Muhtar ailesine karşı tutarak önce evinin her yerini kurşun yağmuruna yağdırdılar, yiğit yürekli anne dayanmayarak korkmadan erkekçesine, Ne istiyorsunuz? Ne isterseniz evden alın götürün, ama yavrularıma dokunmayın, en sonunda anne baktı çocuklarını, yavrularını öldürecekler yalvarmaya başladı.

Kıyıcılar, katiller Kürt peşmergeler ve Komünist Halk Direnişçileri annenin yalvarışlarına aldırmadan onu tokatlayarak her türlü kötü laflar söylemeye başlayarak, ondan sonra tüm aileyi bir odaya toplayarak katiller gözlerini kırpmadan her kese ailenin çocuklarına bile ateş açarak küçük büyük yaşlı, kadın, kız demeden tüm aileyi kurşun yağmuruna tutarak dizdiler.
Cihat ve Nihat şehit düşerler. Daha on iki yaşındaki Emel ise açılan ateş sonucu yaralanır ve kan kaybından annesinin kucağında hayatını kaybeder.

Bu acı olayda benzeri olmayan soykırım, katliamda çok sayıda Türkmenler suçsuz, günahsız kıyıcı Kürt komünistler tarafından, öldürülmekle, birçok Türklerde yaralanmıştı, aile çocuklarının gözü önünde, kurşunlanarak şirin canlarını vermişlerdir, bunun yanında iki kardeşle 12 yaşında EMEL MUHTAR da, Gözyaşlarına, çığlık, feryat figanlarına aldırış edilmeden canavarca katledilmiş.
Küçük yaşlarına acımadan, şehit etmişlerdi.

Küçük Emel, İlkokulda öğrencisi olarak, bir genç kız idi, Azize, Semire adında iki kız kardeşi vardı, Nihat, Cihat, Kubat, ayrıca Sedat ve üç ağabeyi, babası Fuat mahalle muhtarlığı yaparak, hep bir evde yaşıyordular, 15 Temmuz evin içerisine girerek silahlı peşmergeler, bunlar çakallar sürüsü gibi Marksist, Tanrı tanımaz kimselerdir, Nihat, Cihat ve Kubatı vura, vura tutuklayarak, sürüklediler, Babanın ilerlemiş yaşına, aksakalına bakmadan, yine çaresiz, güçsüz zavallı annenin gözyaşları, taştan olan yüreksizleri bile etkilememiştir.

Ağlamak, gözyaşı dökmek, yaka yırtmak bu canilere, cellâtlara insan olmayanlara, ALLAH, PEYGAMBER tanımayanlara, ne yapacaktır? Baba, bu katillerin önüne atıldı, beni öldürün onların yerine demiştir, Yüreği yaralı annenin çırpınışları, İle Beni götürün, öldürün onlara kıymayın, çocuktular, anne, baba yalvarıyorlar. O eli kanlılar, zalimler ne anlarlar çocuk, anne, babalık hakkı, ciğer yanmasını, yuva dağılmasının ne bilirler. Adamı ve kadını o kadar döverek bir kenara atıp ardından Nihat’ı kurşuna dizerek, şehit ettiler.

Küçük kız Ağabeycisine koşan 12 yaşında Emel de, hainler tarafından kurşunlanarak, kardeşinin yanına düşerek, şirin canını göğsü üstünde vermiştir.
Ardından bu gaddarlar, kıyıcılar kurşunu Cihatta doğru çevirmişlerdir. Bu vahşiler, Emel ve iki kardeşi dışarıya doğru sürükleyerek, araba arkasına iple bağladıktan sonra, Kerkük caddelerinde sürüklediler…

Gözleri kanla dolan katiller, Türk düşmanları, nerde Türkmen evi olarak bırakmadılar, aramaya başladılar
Cihat, Nihat, Emel Kardeşler baba, annelerinin öteki küçük kardeşlerinin önünde kıyarcasına şehit olurlar, Henüz 12 Yaşında Acımasızca öldürülür Emel Ve Altı yaşında olan Semirenin koluna üç kurşun değerek kolunda ağır yaralanarak, yere düşerek bayılır, Çok küçük yaşta çocuk olan Kubat bacağından ve göğsünden yaralanır ve bir yaşındaki Sedat ile annesi Allah’ın yardımıyla kurtulurlar.

Bu ailenin başına gelen bu katliamdan sonra, Nihat, Cihat ve Emel´in şirin cesetleri Komünist, peşmergeler tarafından iple bağlanarak cadde, sokaklarda sürüklenerek iki ters yöne giden arabaya bağlanarak parçalanırlar.
Çaresiz anne ve baba şehit düşen çocuklarının katliamdan sonra cenazeleri kanlı yaşlar içinde ağlayarak gömerek hastanede yaralı yatan iki çocuklarıyla ilgilemek en acı günlerde yaşamaktaydılar.

Bu katillerin idam edilmeleri. Ve baba yiğit atılgan milli mücadele yolunda çalışan teşkilat milli dava adamlarımızın yoluyla haklarının alınması, annelerinin yüreğine su serperek gözyaşlarını azda olsa dindirmişti.

Şehit edilen çocuklarının ardından her gün Türkmen şehitler mezarlığına giden anne, baba, bacılar, çocuklarının mezarı başında “Emel, Nihat, Cihat bağırarak feryat eden ağlayan anne, bu üzücü, can yakıcı acıya, çileye daha dayanamadan Allah’ın rahmetine kavuşarak vefat etmiştir.
Düşmanların Türkmenlere karşı bu kadar kin ve sevmemezlığı nefreti Türkmenlerin çağlar boyunca kendi vatanları, toprakları olan Kerkük şehitlerinin kanlarıyla yoğurarak hiçbir kimsenin eline geçmeden yüzlerce şehitler vererek, temiz kanlar aktırtarak yene bu vatanın ata topraklarını hep bizlerin kalacaktır.

Emel Muhtar Fuat 12 yaşlarında suçsuz, günahsız bir çocuk olarak bu kıyıcı soykırımda kardeşleriyle kurşuna dizilmiştir şirin canını vermiştir.
Bir ailenin üç çocuğu şehit olması ve iki çocuğunda yaralanması büyük bir katliam olarak acı dolu anılar bırakan bu zorla öldürmek, yok etme sahneleri, Kerkük’ün tarihinde kolay, kolay unutulmadan silinemeyecektir yüreklerde, gönüllerde acı dolu, özlem çile izler bırakacaktır.


Bu katliamda, soykırımda yüzlerce Irak Türkleri her türlü baskı, acılarla öldürme araçlarıyla şehit olarak yaralanmıştır.
Onları asla kahraman Milletimiz unutamadı ve unutmayacaktır.

Sunday, 23 January 2011

Torture and 'unjustified homicide' in US run prisons in Iraq, Afghanistan and Guantanamo Bay?

By Jennifer Rizzo, CNN

Documents raise questions on treatment of detainees

January 22, 2011Washington (CNN) -- New documents obtained by the American Civil Liberties Union show "unjustified homicide" of detainees and concerns about the condition of confinement in U.S.-run prisons in Iraq, Afghanistan and Guantanamo Bay, according to the ACLU.

Thousands of documents detailing the deaths of 190 U.S. detainees were released by the ACLU on Friday.

The U.S. military gave the ACLU the documents earlier in the week as a result of a Freedom of Information Act (FOIA) lawsuit filed by the rights group.Among the documents are autopsy reports and military investigations, including 25 to 30 cases the ACLU says it believes are "unjustified homicide." Some of the homicides in the documents are widely known and have been reported in the media, such as the case of four Iraqi detainees executed by a group of U.S. soldiers and then pushed into a Baghdad canal in 2007.Others are thought by the ACLU to be new.

In one such case, a detainee was killed by an unnamed sergeant who walked into a room where the detainee was lying wounded "and assaulted him ... then shot him twice thus killing him," one of the investigating documents says. The sergeant than instructed the other soldiers present to lie about the incident. Later, the document says an unnamed corporal then shot the deceased detainee in the head after finding his corpse.In another example, documents note a soldier "committed the offense of murder when he shot and killed an unarmed Afghan male." But, according to the ACLU, the individual was found not guilty of murder by general court-martial."

So far, the documents released by the government raise more questions than they answer, but they do confirm one troubling fact: that no senior officials have been held to account for the widespread abuse of detainees. Without real accountability for these abuses, we risk inviting more abuse in the future," the ACLU said in a statement.

The Defense Department disputes the allegations, saying it takes detainee treatment seriously."DoD policy requires the immediate reporting of detainee deaths to appropriate DoD criminal investigative agencies regardless of the circumstances at the time of death," said Pentagon spokeswoman, Lt. Col. Tanya Bradsher. "Indeed, the fact that so many autopsies and investigative reports exist indicates the seriousness with which the Department takes its responsibilities regarding detainee treatment and accountability."Of the investigations in the documents, 43 had U.S. soldiers or personnel as potential suspects, according to Lt. Col. David H. Patterson, an Army spokesman.

Probable cause for murder was found in 13 of those investigations, resulting in 19 separate convictions, Patterson said, many of which carried significant sentences, with some soldiers receiving 20 years or more."It's important to remember that the majority of these detainee deaths were due to reasons not directly involving U.S. personnel.

For example, a number were the result of detainee-on-detainee violence," Patterson said."Although there have been cases of individuals involved in misconduct, there is no evidence of systematic abuse by the United States military," said Bradsher. "The (Defense) Department has detained more than 100,000 individuals in Iraq and Afghanistan, many with pre-existing medical conditions or battlefield wounds. Detainees in DoD custody have died from a number of causes including enemy attacks, detainee-on-detainee violence, battlefield injuries, and natural causes."One concern noted by the ACLU is the amount of deaths that involved cardiac problems: over 25%. The group says it is looking into this finding."This could potentially raise serious questions about the conditions of confinement or interrogation of the detainees," the ACLU said.

The ACLU obtained the 2,624 pages of documents through a Freedom of Information Act request filed with the government in 2009. The package included about 124 autopsy and 133 investigation reports.:: Article nr. 74192 sent on 23-jan-2011 06:00 ECT
www.uruknet.info?p=74192

Saturday, 22 January 2011

Angry Iraqis blocking the Kerkuk-Baghdad highway over the lack of electricity

Angry Iraqis blocking the Kerkuk-Baghdad highway over the lack of electricity

January 17, 2011
Angry people set tires on fire, and threatened oncoming traffic with rocks, shutting down the route for a period of time. The local mayor tried to convince the demonstrators to go home, but rocks were thrown at him as well, which led the police to fire into the air to try to stop them.
According to AK News around 600 people took part in the event.

Tuesday, 18 January 2011

How Is Iraq's Anti-Corruption Committee Really Doing?

Excerpt:

Iraq is the fifth most corrupt country in the world, according to the latest Transparency International report published last year. This bad news does not simply add another item to the endless list of Iraq’s problems - topped by security - it also raises serious questions about the future of democracy in the oil-rich country.
But nearly four years ago, the Iraqi government established the Anti-Corruption Committee (ACC). How effective has this committee been? Rudaw asked a range of members of parliament in Baghdad for their views on corruption in Iraq, and the role of the ACC in fighting it.


Aliya Nuseif, Iraqi lawmaker from the Iraqiya coalition:
The various factions in the Iraqi parliament, particularly the bigger ones, should have asked their members who are in parliament and in the government to disclose their finances before or [just] after the formation of the government. The coalitions should have done this before the ACC started asking officials to disclose their finances.

However, distributing these forms to government officials and parliamentarians is a very good thing, and it will have positive effects. At least, it will show that there is a committee and it is monitoring officials, [and] this committee will be more active in the future.

But the most important thing concerning [the results of] these forms is that the ACC reveals which officials were corrupt, which have been the most corrupt, and which were fighting corruption. The amount of corruption of each corrupt official should be made public. In the past, these forms were distributed to government officials and parliamentarians, but we did not see any results or changes.

Meanwhile, the statistics of the ACC show that corruption in Iraq amounted to US$1 billion in 2010. So, I believe it would better for the ACC to publicize the names, both of corrupt officials, and of those individuals working in the government who are involved in fighting corruption. In other words, the phase after distribution of the forms is as important as distributing them. If the results were made public, it would make Iraqi officials aware that there was a committee watching them.


http://www.rudaw.net/english/news/iraq/3417.html

Sunday, 16 January 2011

Aydın Aksu Irak Cumhurbaşkanı Yardımcılığı Pozisyonu için Aday Gösterildi



13 Ocak 2011, Perşembe Aydın Aksu, Irak Cumhuriyeti Başkan Yardımcılığına Aday gösterildi

Aydın Aksu, Irak Cumhuriyeti Başkan Yardımcılığına Aday gösterildi
Irak Parlamentosundaki Türkmen Parlamenterler gurubuna yakın olan bir kaynak; Irak Türkmen Cephesi liderlerinden Sayın Aydın Aksu, Irak Cumhuriyeti Başkanı üçüncü yardımcı pozisyonu için aday gösterilmesinin onayını açıkladı.

Saturday, 15 January 2011

Sadr Demands Oil Shares for Iraqis, Insists on US Withdrawal

Sadr Demands Oil Shares for Iraqis, Insists on US Withdrawal
Posted on 01/14/2011 by Juan
http://www.juancole.com/



Washington observers are worried that the return to Iraq of Sayyid Muqtada al-Sadr will forestall a revision of the Status of Forces Agreement
. The SOFA specifies that the remaining 47,000 US troops be out of Iraq by the end of this year. The military-industrial complex wants to find a way of keeping thousands of US troops in Iraq past that deadline.


Sadr has demanded that the government of Prime Minister Nuri al-Maliki honor its pledges to end the US military presence, and has talked about having some of his militiamen re-arm. Any small US force in Iraq would be at risk from Sadrist attacks, since that important political tendency among Shiites is strongly anti-imperialist. Al-Maliki only won a second term because of the momentum he gained from Sadr’s endorsement last September.


And, it certainly seems that Sadr is settling in. Al-Hayat writes in Arabic that Sadr met Thursday with Grand Ayatollah Ali Sistani. They discussed Sadr’s recent demands that the Iraqi government guarantee housing to each Iraqi, and that it share out to every citizen dividends from the oil revenue (a plan floated during direct American rule in 2003-2004, based on Alaska’s experience; Sadr probably got it from that American discourse and so has come under Alaskan influence). Sistani is said to have agreed with Sadr on the desirability of these steps.
Sadr then announced that he was settling in the Shiite holy city of Najaf, south of Baghdad, and would not leave or return to Iran.


Those who dream of a long-term US troop presence in Iraq not only will have to deal with the opposition of millions of Sadrists; but Grand Ayatollah Sistani may not like the idea very much, either. He has spoken repeatedly of his responsibility to push for Iraqi independence from foreign troops. Just as he is not so far apart from Sadr on social justice issues, he may not differ a great deal with Muqtada on the desirability of a US departure. He was said in 2008 to have urged Iraqis not to help provide food to US bases.


A Sadr-Sistani rapprochement on key issues would lead to powerful pressure on the al-Maliki government and its Da’wa (Islamic Mission) Party.
A sizeable US base after Jan. 1, 2012, could well be a casualty of the two making up.

Wednesday, 12 January 2011

Selling the first Gulf War

More than two decades on, we look at the around-the-clock coverage that changed television news forever.
Listening Post Last Modified: 08 Jan 2011 07:46 GMT


Video: http://english.aljazeera.net/programmes/listeningpost/2011/01/2011187029114467.html

More than two decades after Iraq's invasion of Kuwait, we take a look back at the media's role in selling the Gulf War, the military's attempts to control the story and the 'round-the-clock' coverage that changed television news forever.

In part one we look at what was on television and in print in the five months between August 1990 - when Iraqi forces invaded Kuwait - and January 1991 - when the bombs started falling on Baghdad. President George H.W. Bush said he was drawing a line in the sand; that the invasion of Kuwait would not stand. But the US administration had to sell a war in a distant region and convince sceptics at home - and in the countries that made up the coalition - that the war was about more than just oil; that a former American ally, Saddam Hussein, was now a danger to Western interests. The administration had help: the Kuwaiti government in exile hired a Washington public relations firm called Hill & Knowlton to get the plight of the Kuwaitis to resonate with the American public. Our starting point is the PR campaign that became a case study in how to rally people - through the media - and get them behind a controversial cause: the first Gulf War.

The UN-imposed deadline for Iraq to withdraw from Kuwait passed on January 15, 1991. War was coming and most news outlets with reporters in the Iraqi capital pulled them out. Part two of Listening Post's Gulf War special looks at the media coverage once the fighting started. Live reporting of bombs exploding in the Baghdad night, Tomahawk missiles blasting off American warships and gas-masked correspondents all transfixed audiences.But the journalism left plenty to be desired. The Pentagon kept reporters at a distance and the pool system they used to do that has since developed into the embedded reporter model they use in Afghanistan and Iraq today. And a 24-hour news channel, one of the very few that existed at the time, rode its wall to wall coverage of a war that lasted only six weeks, and changed the news game forever. Listening Post's Jason Mojica, on the way the war was covered, and the impact it has had on journalism in the two decades since.

It may seem odd to end a show dealing with war on a lighter note, but our video of the week - although humorous - may have had political consequences. The New York Times' Jason DeParle reported that when NBC's satirical programme Saturday Night Live decided to parody the behaviour of over-eager reporters at US military briefings, it convinced the Bush administration - which had been considering easing restrictions on reporters covering the war - that the public was not on the side of the press. Watch as a young Mike Myers, Dana Carvey and Conan O'Brien act out their generation's version of the five o'clock follies, but remember that it was the Pentagon who had the last laugh.

Listening Post's Gulf War special features interviews with: John R. MacArthur, Robert Wiener, Pete Williams, Vaughan Smith, Steven Livingston and Claude Salhani.This episode of Listening Post aired from Friday, January 7, 2011.

Source:
Al Jazeera

Tuesday, 11 January 2011

Kerkük'te Türkmen Cephesi yetkilisine saldırı

9/1/2011

Kerkük'te Türkmen Cephesi yetkilisine saldırı



Irak'ın kuzeyindeki Kerkük kentinde Irak Türkmen Cephesi'nin (İTC) mali işlerden sorumlu yetkilisi Nevzat Timur, maskeli iki kişi tarafından darp edildi.


Yaralanan Timur'un başına Kerkük Umumi Hastanesi'nde dikiş atıldı. Polis olayla ilgili soruşturma başlatırken, olayda yaralanan Timur, saldırganların kim olabileceği hakkında tahminde bulunmadı. Timur kimseyi suçlamak istemediğini ifade ederek, "Kerkük'te düşman belli değil. Bu tür insanlara Allah hidayet versin. Arkamdan saldırdılar. Bu saldırılar korkak insanların işidir." şeklinde konuştu.




(CİHAN)

Saturday, 8 January 2011

The New York Times lists Iraqi Kurdistan among the 41 places to visit in 2011

The 41 Places to Go in 2011
http://www.nytimes.com/2011/01/09/travel/09where-to-go.html?_r=2&pagewanted=all


34. Iraqi Kurdistan

Safety, history and a warm welcome in a stable corner of Iraq.
As United States forces withdraw from Iraq, a handful of intrepid travel companies are offering trips to the semiautonomous Kurdish region in the north, which has enjoyed relative safety and stability in recent years.

Geographic Expeditions is conducting a 21-day tour to Kurdistan and Eastern Turkey, about half of it spent exploring Kurdistan along the Hamilton Road, which connects strategic gorges, and the other half devoted to the Anatolia region of Turkey. Distant Horizons has been taking small groups of Americans to Kurdistan twice a year since 2008, has a trip this spring, The Changing Face of Iraqi Kurdistan, which will explore Erbil, Dohuk and Sulaimaniyah. And last April, after a 20-year break, Lufthansa resumed service from Frankfurt to Erbil, the Kurdish capital and fourth-largest city in Iraq.

While the State Department continues to warn American tourists to avoid Iraq entirely, the British Foreign and Commonwealth Office says the Kurdistan region is an exception. “The risk of terrorism in the Kurdistan Regional Government-controlled provinces of Dohuk, Erbil and Sulaimaniyah is markedly and statistically lower than in other parts of Iraq,” states its Web site.
Visitors can tour significant cultural landmarks like Erbil’s citadel, which dates to the Assyrian empire, and the site of the Battle of Gaugamela, which ended in the defeat of the Persian king Darius III by Alexander the Great and led to the fall of the Achaemenid Empire. The biggest lure is the opportunity for authentic cultural encounters. “Authenticity is something that can be lost so quickly as development occurs,” said Janet Moore, of Distant Horizons.

— MICHELLE HIGGINS

Mili Mücadele yolunda(20) Kadınlarımız, Kızlarımız






Irak Türkleri tüm dünya Türkleri gibi, yüce tarihlerine, kültür, edebiyat, milli dava ana topraklarına kanlarıyla, canlarıyla bağlı olarak, hiçbir zaman haklarından vazgeçmediler, Irak’ın kuruluşundan önceleri, bu ana topraklarında, yerlerinde yaşayan Irak Türkleri, hiçbir emperyalist güçlere, ajanlara topraklarını, bölgelerini satmadılar, vermeden kanlarını, canlarını vererek, şehit olmuşlardır, bu güzelim vatanın önde gelen sahipleri oldular, altı devletleri bu topraklarda kurdular,

devamı
http://www.bizturkmeniz.com/tr/index.asp?page=article&id=20765

Thursday, 6 January 2011

KERKÜK “SEVDALISI” KÜRTLER VE PETROL

KERKÜK “SEVDALISI” KÜRTLER VE PETROL

Ali KERKÜK (Irak’a Özgürlük Operasyonu ve Kerkük’ün Yazarı)

Başlangıçta, Araplaştırma politikası ile Türk kimliğini eritme çabaları, günümüzde, yani ABD'nin Irak'ı işgali ile "Kürtleştirme" politikasına dönüştü. 2003 Nisan ayında ABD işgalinin hemen ardından Kürt peşmergelerin (10 NİSAN 2003 ) Kerkük'e girmeleri, Irak'taki bu Türk şehri için sonun başlangıcı oldu. Peşmergeler, şehre girer girmez nüfus ve tapu dairesine saldırarak, yağmalayıp yaktılar(17 MART 1991’de aynısını yapmışlardı). Bir anlamda, bunu yaparak, kentin tarihini/hafızasını yok etmek istediler. Bundan sonra, diğer bir deyişle işgalden hemen sonra Kürtler hızla bölgeye/Kerkük'e göç etmeye başladılar.

Aslında, bu göçler bir anlamda teşvik edildi. Boş buldukları arsalarda ev yapmaları için bu göçler, o kadar düzensiz ve acele gerçekleştirilmeye çalışılıyor ki, bu kadar göçü kaldıramayan Kerkük'te Saddam Hüseyin döneminde, Araplar ve Kerkük petrol şirketi çalışanları için yapılan konutlara ve hatta Kerkük Stadyumu'nun soyunma odalarına bile Kürtler yerleştirildi. Toplam Kürt göçü 700 bin üzerindedir. Hızlı bir şekilde Kürtleştirilmeye çalışılan Kerkük şehrinin Türklerin yaşadığı şehir olduğunu belgeleyen/kanıtlayan bir çok kanıt bulunuyor. Bunlardan en dikkat çekeni, BM İnsan Hakları Komisyonu Özel Raportörü Hollandalı Diplomat Max Van Der Stoel'in 74/1991 ve 74/1993 sayılı BM Genel Kurulu kararlan doğrultusunda hazırladığı "Irak'ta İnsan Haklan İhlalleri" başlığını taşıyan raporun 5. bölümüdür. Söz konusu raporda, Türkmenlerin karşılaştıkları insanlık dışı eylemler vurgulanırken, bunların çoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerin de altı çizilmektedir. Raporun 114. maddesinde yer alan bir paragrafa göre;

"Türkmenler, Irak'ta üçüncü büyük etnik grubu oluşturmaktadır. Kökeni Orta Asya'ya dayanan bu toplumun Irak'a yerleştiği tarihin üzerinden bin yıl geçmiştir. Halen Irak'ın kuzey ve orta bölgelerinde oturan Türkmenlerin yoğunlaştıkları yerler ise, Musul, Erbil, Kerkük, Selahaddin ve Diyala vilayetleridir. Nüfusları 2,5 milyonu aşmaktadır.."

Bu rapor, birçok eserden/belgeden sadece bir tanesidir. Birçok Arap, Türk ve yabancı araştırmacı ve yazarların bu konuyu yani Kerkük'ün bir Türk şehri olduğunu teyit eden birçok eseri mevcuttur.

Gert­ru­de Bell, 1. Dün­ya Sa­va­şı son­ra­sı­nın Irak’ını kur­muş, sı­nır­la­rı­nı cet­vel­le ken­di­si çiz­miş ve ya­rat­tı­ğı Irak’ın kra­lı­nı bi­le biz­zat ken­di­si ta­yin et­miş bir İn­gi­liz aja­nı­dır. Bell, 1868’de zen­gin bir İn­gi­liz ai­le­nin ço­cu­ğu ola­rak dün­ya­ya ge­lir. Ox­ford’un Mo­dern Ta­rih, Coğ­raf­ya ve Ar­ke­olo­ji Bö­lü­mü­nü iyi bir de­re­cey­le bir­ti­ren ilk ka­dın olur.

İn­gi­liz is­tih­ba­ra­tı saf­la­rı­na ka­tı­lır. Gert­ru­de Bell ve Tho­mas Ed­ward Law­ren­ce’ın (Ara­bis­tan­lı Law­ran­ce) İn­gil­te­re’nin men­fa­at­le­ri için bir­lik­te üze­rin­de ça­lış­tık­la­rı önem­li ko­nu, Mek­ke Şe­ri­fi Hü­se­yin İbn Ali’nin oğ­lu Fay­sal’ı Irak Kra­lı yap­mak­tır.

Gert­ru­de Bell, bu­gün­kü Irak’ın oluş­ma­sı ve sı­nır­la­rı­nın çi­zil­me­sin­de be­lir­le­yi­ci isim ol­muş­tur. İs­mi Arap dün­ya­sın­da ef­sa­ne ha­li­ni alan Gert­ru­de Bell, Arap­lar ara­sın­da “Çö­lün Kı­zı” ya­hut “Irak’ın taç­sız kra­li­çe­si” di­ye bi­li­ni­yor­du.Ni­san 2003 ta­ri­hin­de Bağ­dat’ta iş­gal sı­ra­sın­da yağ­ma­la­nan Irak mü­ze­si­nin ku­ru­cu­su (1923) Gert­ru­de Bell’dir. Irak’ın ilk Es­ki Eser­ler Ge­nel Mü­dü­rü odur. Bu gö­rev­de üç yıl ça­lış­mış ve bu­gün Me­zo­po­tam­ya me­de­ni­ye­ti­nin en önem­li ve es­ki eser­le­ri mer­kez­le­rin­den sa­yı­lan Bağ­dat Mü­ze­si­ni ku­rup ba­şı­na geç­miş­tir. Ölü­mü son­ra­sı (1926) bı­rak­tı­ğı va­si­ye­tin­de 50 bin Ster­lin tu­ta­rın­da­ki pa­ra­sı­nı Bağ­dat Mü­ze­si­nin ge­liş­ti­ril­me­si için ba­ğış­la­mış­tır.

Irak’ın Man­da yö­ne­ti­mi Do­ğu sek­re­te­ri ba­yan Ger­tu­de Bell “El-Irak Fi Re­sa­ili Miss Bell” ter­cü­me ve yo­rum. Ca­fer El-Hay­yat, s.383, 14 Ağus­tos 1921 ta­ri­hin­de ba­ba­sı­na yaz­dı­ğı mek­tu­bun­da “Re­fe­ran­dum ya­pıl­dı ve Kral Fay­sal oy bir­li­ği ile se­çil­di, ama Ker­kük, Kra­lın le­hi­ne oy kul­lan­ma­dı. Ker­kük’ün içi ve il­çe­le­ri Türk­men­ler­den oluş­tu­ğu, ba­zı köy­le­rin ise Kürt­ler­den sa­kin ol­du­ğu­nu yaz­mak­ta­dır.

Irak’ın ku­ru­cu­su Gert­ru­de Bell’in mek­tup­la­rın­da Ker­kük’ün bir Türk­men şeh­ri ol­du­ğu açık bir şe­kil­de belirtmekte ve ispatlamaktadır.Irak Devletini kuran ingilizlerin tüm Devlet Arşiv belgelerinde de Kerkük’ün bir Türkmen şehri ve kente yaşayanların çoğunluğu Türkmenler olduğu yazmaktadır.


Aslı Arap olan ancak Amerika'da yaşayan Said K. Aburish, Saddam hakkında İngilizce kaleme aldığı eserin­de bir gerçeği aydınlatmak istiyor
"Saddam, Kerkük'ü Araplaştırmaya çalışıyordu. Sad­dam Kerkük'ün bir Arap, Kürtler de bir Kürt şehri oldu­ğunu iddia ediyorlardı. Aslında bu şehir ne Arap ne de bir Kürt şehridir. O şüphe götürmez bir Türkmen şehri­dir. Kürtler 1960 yıllarından itibaren planlı bir şekilde Kerkük'e gelmeye ve yerleşmeye başlamışlardır" (Sey­yar El Ce­mil “Li­der­ler ve Efen­di­ler, Os­man­lı pa­şa­la­rı ve Arap İle­ri­ci­le­ri” ki­ta­bı, Am­man – Ür­dün. 1. bas­kı, 1999, s.131 Said K. Aburish, Saddam Hussein, The Political Of Revenge (Saddam Hüseyin: İntikamın Politikası), Blooms Bury, London, 2001, s.88 )

Bir Ortadoğu uzmanı olan David McDowall Mo­dern Kürt Tarihi isimli kitabında diyor ki:
"Az sayıda Kürt, 1958 gibi yakın bir tarihten bu yana daha büyük bir Türkmen nüfusa sahip olmasına rağ­men, bugün bile Kerkük şehrinin kendilerinin olduğunu öne sürecektir" (David McDowall, Modern Kürt Tarihi, Doruk, İstanbul 2004, s.24)

Irak Türkleri Milli varlıklarını korumak ve yaşatmak için bir asırdan fazladır baskı zülüm ve asimilasyona rağmen ayakta kalmaya devam etmişlerdi. Bugün Kerkük ağırlıklı olarak işgal kuvvetleri ve Kürt peşmergeleri tarafından kontrol edilmektedir. Kürt peşmergeler şehrin kontrolünü büyük oranda ve etkin olarak ellerinde bulunduruyorlar; birçok kıdemli resmi pozisyon Kürtler ile müttefikleri tarafından işgal edilmiş bulunmaktadır.

Türkmenler, Irak Devleti içinde Araplar, Kürtler ile birlikte üç “asli unsur”dan biridir. Türkmenler, en eğitimli, kültürel düzeyi en yüksek ve en şehirli olan unsurdur. Buna rağmen önce “Araplaştırılma”, şimdilerde de “Kürtleştirme” politikaları ile Türkmen varlığı ortadan kaldırılmaya ve Kerkük’ün kimliği yok edilmeye çalışılmaktadır.

Türkmenler, Irak Devleti uluslararası sistemin bir parçası haline geldikten sonra birtakım anayasal haklara kavuştular ise de bunların çoğu zaman hayata geçirilemediği görülmektedir. Buna ilave olarak Türkmenler, bir boyutu ile “katliamlara”, bir boyutu ile de “etnik temizlik hareketlerine” varacak düzeyde insan hakları ihlalleri ile karşı karşıya kalmışlardır. Dünya bütün bunlara kulaklarını tıkamış, gözlerini kapatmıştır.

10 Nisan 2003 tarihinden beri Türkmenler , Kürtlerin insanlık dışı baskılarına maruz kalmış ve çok acı günler yaşamışlardı.Bütün bunlar yaşanırken Kürtler, işgalcilerle işbirliğini tercih etmiş, XIX.yüzyıldan bu yana sürekli yaptıkları hatayı yinelemiş, yani Batılı emperyal güçler tarafından her zamanki gibi çok fena halde kullanılmışlardı. Araplarla Türkmenlerin Irak Kürtlerine karşı birleşip ortak hareket etmeleri hiç beklenmeyen bir durum değil.

Mesud Bar­za­ni ve Ce­lal Ta­la­ba­ni sa­va­şın son­la­rı­na doğ­ru peşmergelerinin Mu­sul ve Ker­kük’e gir­me­siy­le bu ko­nu­da­ki ya­yıl­ma­cı bek­len­ti­le­ri­ni per­va­sız­ca di­le ge­tir­me­ye baş­la­mış­lar­dır. On­la­rın ağ­zın­dan şu söz­ler sık­ça du­yu­lur ol­muş­tur: “Biz­ler Ker­kük ve Mu­sul top­rak­la­rı­nı ta­rih, coğ­raf­ya ve sos­yal ola­rak Kürt top­rak­la­rı say­mak­ta­yız.” Ne gariptir Kerkük ve Musul’da tek bir tarihi eseri olmayan Kürtler,bu toprakların kendilerine ait olduğunu iddia ediyorlar.Herkesi bölgeye davet ediyoruz,bölgede bulunan tarihi eserleri görsünler ve bu eserlerin hangi millete ait olduğunu göreceklerdir.Bir milletin bir toprak parçası üzerinde herhangi bir tarihi eseri yoksa, o toprakları vatan edinme hakkını kaybetmiş demektir.

Kerkük’te yaşayan Türkmenlerin dışındaki milletlerin buna benzer acaba kaç tane tarihi eseri vardır? Yok . Ama en güçlü delil sayılabilecek cami, tekke, medrese, han ve hamam gibi sivil yapılar oldukça önemlidir. Bunların sahipleri kimse, o kentin sahipleri de onlardır.Yapıların dili yoksa da kimlikleri vardır. Kerkük, bütün bunları tamamlayan; okullar, kütüphaneler, hamamlar, ticaret hanları, folklor, şairleri, edipleri, basın ve yayın hayatı, halk müziği, ses ustaları, tiyatrosu, ressamları, spor hayatı gibi bütün diğer kültür unsurları açısından da tamamıyla bir Türkmen şehridir.

Özel­lik­le üze­rin­de dur­du­ğu­muz Ker­kük’te­ki de­mog­ra­fik ya­pı­nın de­ğiş­ti­ril­mek is­ten­me­si­nin ne­de­ni, ay­nı po­li­ti­ka da­ha ön­ce Türkmen Şehri Er­bil’de uy­gu­lan­dı­ğı için bi­li­ni­yor­du. Amaç, ge­le­cek­te ya­pı­la­cak olan her­han­gi bir nü­fus sa­yı­mın­da üs­tün­lü­ğü sağ­la­ya­rak avan­taj­lı bir du­ru­mu ya­ka­la­mak­tı. Böy­le­ce ra­hat­lık­la Ker­kük’ün bir Kürt ken­ti ol­du­ğu­nu id­dia edip ve Kerkük petrollerine el koyabileceklerdi. Ni­te­kim 1. Kör­fez Sa­va­şı’ndan son­ra Kürt grup­la­rın kont­ro­lü­ne ge­çen Türkmen Şehri Er­bil’de de ay­nı pla­nı ba­şa­rıy­la uy­gu­la­mış­lar­dı. 1991’den be­ri Er­bil şeh­ri­ni Kürt­leş­tir­mek ama­cıy­la yü­rü­tü­len de­mog­ra­fik ya­pı­yı de­ğiş­tir­me po­li­ti­ka­la­rı se­me­re­si­ni ver­miş ve bu­gün ge­li­nen nok­ta­da Kürt nü­fu­su Türk­men­le­re yaklaşmaktadır.Erbil’de Türkmen kimliğini silmek için yoğun şekilde çalışmalar sürmekte. Erbil’in en eski yeri olan kale içerisinde yer alan ve Türkmenlerin yoğun şekilde yaşadığı yerler boşaltılmıştır. 2005 Seçimlerinden bir kaç gün önce şehrin Türk olduğunu kanıtlayan kitapların olduğu kütüphane yakılmıştır.

Irak'ın işgali öncesinde 830 bin olan Kerkük'ün nüfusu, bugün Irak'ın kuzeyinden, Türkiye, İran ve Suriye'den getirilip yerleştirilen Kürt unsurlar sayesinde 1.5 milyonu aşmıştır.
10 Ni­san 2003 ta­ri­hin­de Irak as­ker­le­ri­nin şeh­ri bo­şal­tıp gü­ne­ye doğ­ru çe­kil­me­le­ri üze­ri­ne Kürt peş­mer­ge­le­ri Ker­kük’e sal­dır­dı­lar. Türk­men şeh­ri­ne gir­mek­le kal­ma­dı­lar, şe­hir­de­ki res­mi da­ire bi­na­la­rı­nı, has­ta­ne, iş­ye­ri, ev­le­ri, özel araç­la­rı yağ­ma ve ta­lan et­ti­ler.


Kerkük Sevdalısı Kürtler 10 Nisan 2003 Tarihinde Kerkük’te Yağma ve Talan Yaparlarken

İlk yağ­ma­la­nan yer­le­rin Ta­pu Ve Nü­fus Da­ire­le­ri­nin ol­ma­sı, Kürt­le­rin mak­sa­dı­nın Ker­kük’te­ki Türk­men nü­fus ka­yıt­la­rı­nı yok ede­rek, Irak Türk­le­ri­ni azın­lık du­ru­mu­na dü­şür­mek ol­du­ğu açık­ca an­la­şı­lı­yor­du. Kürt peş­mer­ge­le­ri, 11 Ni­san 2003 ta­ri­hin­de, Mu­sul’a gi­re­rek Ker­kük’te­ki­ne ben­zer yağ­ma ve ta­lan olay­la­rı­nı ger­çek­leş­tir­di­ler.

Bu tah­rip, ta­lan ve yağ­ma­la­rın mey­da­na gel­me­si, Irak or­du­su­nun Ker­kük’ten gü­ne­ye doğ­ru çe­kil­me­sin­den son­ra ol­muş­tur. Her­han­gi bir sa­vaş ve­ya ça­tış­ma­nın ya­şan­ma­dı­ğı bir or­tam­da Kürt­ler, dev­let da­ire­le­ri­ni ve in­san­la­rı­n evlerini, özel araçlarını ve iş yerlerini yağ­ma­la­mış­lar­dır.


ABD’nin iş­bir­lik­çi­le­ri Mesud Barzani ve Celal Talabani, Türk­men şeh­ri Ker­kük’ün Kürt­le­re ait ol­du­ğu­nu id­dia edi­yor­lar­.Şayet Kürtler,Kerkük’ün yerel halkı iseler tarih ve kültür mirasları nerede,hiç yok.El­le­rin­de bu asıl­sız id­di­ayı doğ­ru­la­ya­cak bir bel­ge, Ker­kük’te ya­şa­dık­la­rı­na da­ir ta­pu­la­rı ol­ma­dı­ğı için ken­tin Türk kim­li­ği­ni yok et­mek ga­ye­siy­le nü­fus ve ta­pu ka­yıt­la­rı­nı im­ha­ya kal­kış­tı­lar. Kürtler Kerkük'ün kendilerine ait olduğu iddiasında bulunuyorlar. Sayın Okuyucular Allah aşkına insan kendine ait olan bir şehri talan edip, yağmalar mı hiç? Ayrıca bu talan ve yağmalama Kürtlerin yoğun yaşadığı Süleymaniye ve Dohuk şehirleri ile Çamçamal, Akra,Hac Umran, Selahaddin, Zaho gibi kent ve kasabalar da olmamıştır. Kürtler tarafından bu yağma ve talanın sadece Türkmen şehri Kerkük ve Musul’da olması bir anlam taşımıyor mu sizce?


Kerkük’te Dumanların Yükseldiği Petrol kuleleri ve Yataklarıın Etrafına Yerleştirilen İthal Kürtler

Küçümsemek için değil her işin saygınlığı vardır, Kerkük’te düne kadar Kürtler ayakkabı boyacısı,hamal,çöpçü,amele,hizmetçi,seyyar satıcı , kanalizasyon işçisi,bahçivan,tellak,garson,kebapçı çırağı ve kahvehanede çırak gibi işlerde çalışıyorlardı.Şehrin sahibi Türkmenler onlara iş veriyordu.Bugün Kürtler Kerkük bizim diyorlar,ne garip değil mi ? Dağdan gelen bağdakini kovuyor.
Gazeteci-yazar Nur Batur’un Mesud Barzani ile yaptığı röportaj 3 Ağustos 2009 tarihin de Sabah gazetesinde yayınlandı. Röportajda Kerkük’e ithal edilen Kürtlerin durumu sorulduğunda bakın Mesud Barzani nasıl cevaplıyor :

-Nüfus sayımı yapılsın diyorsunuz ama Kerkük'e 500(700) bin Kürt taşıyıp demografiyi değiştirmediniz mi ? Kerkük patlamaya hazır bir bombaya dönüştü. İddiayı ortaya atanın elinde belge olması lazım. Böyle bir zamanda 500 bin Kürdü, İran'dan ve Türkiye'den getirip oraya nasıl yerleştirebiliriz ? Bütün Kerkük nüfusu ancak 500 bin olabilir (10 Nisan 2009 günü Kerkük işgal ,yağma ve talan edildiğinde Irak Devletinin arşivine göre Kerkük’ün nüfusu 830 bin civarındaydı bugün ise 1 milyon 600 bini aşmıştır.Kerkük’e 700 bin kürt ithal edildi.Bu Kürtler çevre iller,Türkiye,İran ve Suriye gibi ülkelerden getirildi. İthal edilenlere aş,iş,toprak, maaş ve konut yapmak için 20 bin dolar para yardımında bulunuldu.Bu getirilen Kürtlere sahte “Kerkük” nüfus Kağıdı ve gıda karnesi verildi.Kerkük’te 2004 yılında 369 bin olan toplam seçmen sayısı 2009 yılı itibarıyla 840 bine yükselmiştir,840 bin rakamı sadece seçmen sayısıdır .

Bu bilgiler Irak Bağımsız Yüksek Seçim Komisyonu tarafından yayınlanan bilgilerdir. Nüfusuna güvenenler neden Kerkük’ün Tapu ve nüfus kayıtlarını yaktılar,yağmalayıp talan ettiler?). 500 bini nereden yerleştirdik? Gidip bakın. İddiası olan ispat etsin. Yarım milyonu yerleştirmişiz? Nerede bunlar? Bunlar yersiz iddialar ve ithamlar. Ortaya atanlar gerçek durumu ve tarihi dokümanları da biliyorlar. Israr ediyorum. Süleymaniyeli, Erbilli tek bir Kürdü bile Kerkük'e yerleştirmişsek gelip göstersinler. Bizi yersiz suçlayanlarla gelmesinler. İspat etsinler. (1,5 saat boyunca en fazla sinirlendiği an)

(Solda) 2002 ve (Sağda) 2007 Yıllarında Uydudan Çekilmiş Görüntülerde Türkmenlerin Yoğun Yaşadığı Musalla Mahallesi ve Türkmenlere Ait Musalla Mezarlığı Görülmektedir.2003’ten sonra Mezarlığa ve Etrafına, Türkmen ve Devlet Arazilerine El koyan ithal Kürtlerin yaptıkları konutlar görülmektedir.

Kürtlerin iddialarının aksine Kerkük'teki ger­çek durumu 30 Aralık 2004 tarihli Mark McDonald imzalı Mercury News'in haberi gayet açık olarak özetlemektedir. Kerkük'te bir asimilasyon ve sürgün programı Kürt peşmergelerce yürürlüğe konmuştur:
"Baskın ve iyi silahlanmış Kürt grupları ve memurları Ker­kük'teki pek çok hükümet binalarına, telekom binalarına, TV istas­yonlarına, askeri ve polis kurumlarına ve eski Baas rejimine ait ça­lışma mekanlarına yerleşmiştir. Yüzlerce Kürt polis (peşmerge) memuru Kürt bölgelerinin değişik yerlerinden şehre getirilmiştir.

Kerkük 2003’ten Önce ve Sonra Çekilen Fotoğraflarda Tenha, Trafiğe ve Yayaya Açık Kerkük’ün Kalbi “Şehitler Köprüsü”

Kerkük’e 700 Bin Kürt İthal Edildikten Sonra “Şehitler Köprüsü”, İğne Atsan Yere Düşmeyecek “İnsan Kaynıyor”.İşte 8 Yıl içinde Kerkük’ün Demografik yapısının hızla Nasıl Değiştirildiğinin Belgesi ve İspatı.İşgalden Sonra Kerkük’te Fotoğraf Çekmek Yasaklanmıştır Sizce neden ?

Kerkük, bu kültürel ve siyasi taarruzların yanı sıra, demo­grafik yapısının hızla değiştirildiği hızlı bir Kürtleştirme sürecine girmiştir. Bu süreç henüz başladığında Kerkük'ten sorumlu 2. Tü­men komutanı Mark Davey'in beyanatıyla, Kerkük'e giren Kürt sa­yısı günlük ortalama 500 olmuş ve sadece Ağustos ayı itibariyle şehre 20 bin Kürt yerleşmiştir. Savaşın bitişini takip eden 18 ayda bu rakam 70,000'lere ulaşmıştır. Kürtlerin yaşadığı kentlerden 3 bin 987 Kürt ailesinin (21 bin 517 kişi) Kerkük'e geldiği , bu ailelerden 1146'sının boş olan evlere, diğerlerinin ise kiraladık­ları veya kullanılmayan kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirildi­ği" basına bu hususta yansıyan bilgilerden bir tanesidir.

İşgalleriyle beraber ilk iş olarak nüfus ve tapu dairelerini yağ­malayan Kürt peşmergeler, Türkmenleri sadece askeri ve kültürel bir baskı altına almakla da yetinmemişler.Tüm devlet daireleri ve müdürlüklerin başına Kürtler yerleştirilmiş.ABD’nin desteği ile işbirlikçileri Kürtler silah zoruyla Kerkük’ü “yönetiyorlar”!!!!!!


9 Şubat 2005 tarih­li The New York Times'ta yayınlanan makalede Sandra Mackey şöyle di­yor: “Kerkük’teki Kürtleştirme hareketlerinin ne derece tehlikeli bir noktaya geldiğini kanıtlayabilecek en önemli durum, Erbil-Süleymaniye yolu üzerinde kurulan çadır kentlerdir ( Bu çadır kentlerin yerine konutlar yapılarak yeni Kürt mahalleleri oluşturuldu,yani dün çadırıyla gelen Kürtler konut sahibi oldular.Bu Kürtler Kerkük’e yerleştiği içinde Kürt partiler ve Devlet’ten de“göçmen adıyla” maaş almaktadırlar). Çeşitli vaatlerle Kerkük’e getirilen Kürtler’in oluşturduğu bu çadır kentler Kerkük’ün demografik yapısının nasıl değiştirilmeye çalışıldığına en güzel örneklerinden bir tanesidir.

Turkey seeks to continue political, economic role in Iraq

BARÇIN YİNANÇISTANBUL - Hürriyet Daily News
Monday, January 3, 2011

As Ankara readies to work with the Iraqi administration it tried to have unseated in the last election, officials have expressed confidence that Turkey will continue to play a role in Iraq, politically and economically.

“Iraq cannot afford to turn its back on Turkey,” one diplomat familiar with Iraqi affairs told the Hürriyet Daily News & Economic Review.

Turkey’s efforts to replace Prime Minister Nouri al-Maliki’s administration, based on a Shiite-Kurdish coalition, with a Sunni-backed one in the March elections constituted a perhaps-unprecedented level of involvement for Ankara in a neighboring country’s domestic affairs.
Dissatisfied with al-Maliki’s tendency toward “one-man rule,” as disclosed in confidential U.S. diplomatic cables released by WikiLeaks, Ankara pushed for a government led by former Prime Minister Ayad Allawi’s Sunni-backed al-Iraqiyya bloc. Turkish Foreign Ministry Undersecretary Feridun Sinirlioğlu is quoted as saying in one cable that al-Maliki is “getting out of control.” Officials, however, do not expect Turkey to face any negative consequences from its involvement in Iraq’s elections.

“The problem stems not from [al-Maliki], but from the fact that the prime minister [role] has assumed extraordinary powers and this leads anyone in this position to have dictatorial tendencies,” the diplomat told the Daily News.

Turkey’s policies in the near future will depend on al-Maliki’s ability to manage a balanced, functional administration. “He has a very difficult job. By trying to reconcile with everyone to form the government he made everyone unhappy as well,” said Bilgay Duman, an expert on Middle East issues from the Ankara-based Center for Middle Eastern Strategic Studies, or ORSAM.

The population census, expected to be held this year, as well as the Kirkuk issue, a region where a sizable Turkmen community lives, will be two key areas closely monitored by Turkey. Despite a recent statement by Massoud Barzani, leader of the Kurdistan Democratic Party, that Kirkuk is, and will remain, part of “Iraqi Kurdistan,” Turkish observers seem confident that Kurdish groups understand the problem cannot be solved unless there is an understanding with the Turkmens. Though violence is a possibility in Kirkuk, due to the presence of Peshmerga forces in the city, where Arabs live as well, the likelihood of restraint on all sides seem higher than in the past.

“Everyone [involved] in this issue is aware that they cannot impose a solution on the others,” said one Turkish official.

Tapping the economic potential
While continuing to closely monitoring the political situation in Iraq, Turkey is also expected to push for an increased economic presence in the country, especially in the south, in 2011, following what it considers a “lost year” due to the elections. Economic relations have boomed in recent years as Turkey’s exports to Iraq rose to $6 billion in 2009, compared to some $900 million in 2003.

Turkish Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan and Foreign Minister Ahmet Davutoğlu are expected to travel to Iraq this month with the aim of reviving the High-Level Strategic Cooperation Council, which gathers dozens of ministers from the two countries. Turkey also seeks to win bids that are expected to be opened this year and has set its sights on the energy sector as well. The absence of an oil law for exploration and exportation has not prevented the central government in Baghdad, as well as the Kurdish administration in the north, from exploring ways to cooperate with third countries. “I expect Turkish private and public companies to increase their activities in the energy sector this year,” Duman said.

Turkey’s involvement in the elections
Davutoğlu has named Iraq as one of the four countries whose internal political stability is of high importance to Turkey, alongside Kyrgyzstan, Bosnia and Herzegovina and Lebanon. “We are the most affected by the fragile political setups in these countries,” the foreign minister said at a recent press conference. “We did not name a government [in Iraq]. All we did was say, ‘Don’t have a government without the al-Iraqiyya bloc.’ We support all structures that include Sunnis and Shiites together,” Davutoğlu said, calling on all sides not to identify their parties by Sunni or Shiite names. He added that this is why al-Maliki chose the name “State of Law coalition” for the bloc he formed with supporters of the Shiite cleric Moqtada al-Sadr.

“I don’t think we can call it interference in [Iraq’s] internal affairs. A Pandora’s box was opened following the U.S. military intervention,” a senior Turkish diplomat told the Daily News. “Sunni groups did not want to be part of the government. We tried to tell them it would be a mistake. We convinced Sunni groups to participate in the 2005 elections.

“We might have created the perception that Turkey was supporting the Sunnis against the Iranian support of Shiites. But we have not discriminated against any group,” the diplomat added. “We have been in touch with all groups in Iraq. We encouraged the Sunni participation because Iraq needs an all-encompassing government. We tried to eliminate an imbalance in the Iraqi administration.”

Though it was unsuccessful in replacing al-Maliki, or Jalal Talabani as president, Turkey tried to convince Allawi to at least take part in the government.

“We contributed to the formation of the latest composition of the [Iraqi] government,” Davutoğlu said, a view confirmed by Duman. “I was told by all groups I met in Iraq that Turkey’s efforts with al-Iraqiyya helped the formation of the new government,” he said. “Turkey has started to have its weight felt in Iraq as a result of its policies since 2007. I believe it will continue to play an influential role in all processes in Iraq.”

© 2009 Hurriyet Daily News URL: www.hurriyetdailynews.com/n.php?n=turkey-will-continue-to-play-an-active-role-in-politics-while-tapping-on-economic-potential-2011-01-03

Wednesday, 5 January 2011

Israeli sponsored training programmes to spread disinformation


As many of you may have suspected, Israel is paying and training internet bloggers to delete, rewrite, and revise internet content to shape public opinion to Israel's benefit. Video of the Israeli-sponsored training programs have been leaked to the web (like the video here).

Additionally, investigative reporters that infiltrated these groups have reported that Israelis are being trained to spread disinformation and to try to create conflicts among different religious, racial, and ethnic groups if it would benefit Israel. Some of the seminars also encouraged the workers to spread disinformation on the internet and to attempt to recruit free (unpaid) labor. For example, many of these bloggers have been trained to attempt to make friends with you by pretending that they share an interest in your favorite sports team or movie, or that they went to the same school, but they will ultimately try to recruit you to attack other groups or individuals that Israel thinks is against its national interests (e.g., 'Muslims,' 'Russians,' 'Germans,' 'Latinos,' 'United Nations representatives' and 'human rights groups').

Others have been trained to personally attack, stalk, and harass anyone personally that does not agree with Israel. Not only is this type of behavior a terrible injustice to the accuracy of content (it's actually state-sponsored propaganda), it is also damaging to the public trust because people are being misguided into working as unpaid servants of a government through false pretenses. People really should speak out about this.

Sunday, 2 January 2011

Cultivation of Kirkuk develops a plan to plant 700 thousand acres of wheat and barley in the winter season

Saturday, K 2 2011 21:12 GMT
Alsumaria News / Kirkuk

The Directorate of Agriculture in Kirkuk on Saturday, announced its plans for the agricultural season this winter, which includes cultivation of tracts of land estimated at 700 thousand acres of wheat and barley.

The director of agriculture Kirkuk Mahdi Mubarak in an interview with "Alsumaria News", "The Department of Agriculture Kirkuk began the plan of the new season, which includes cultivation of about 700 thousand acres of wheat and barley," he said, adding that the plan provides for "the division of these lands by 610 thousand acres to grow wheat and 90 thousand acres for the cultivation of barley. "

The director of the Department of Agriculture Kirkuk Mahdi Mubarak, said in an interview earlier "Alsumaria News", "Department of Conservation Agriculture has been able to plant about 900 acres of wheat and barley in the agricultural season the past, and were distributed throughout the regions and districts of Kirkuk," referring to that "the quantity of marketed wheat and barley reached about 328 thousand tons, the highest recorded productivity of Kirkuk since 2003."

The province of Kirkuk, about 250 km north of Baghdad, considered one of the largest northern provinces producing crops of wheat and barley after Nineveh, but has seen its production decline after 2003 due to lack of irrigation water and lack of rainfall in adequate quantities.

http://www.alsumarianews.com/ar/3/15...ss%20news.html

Afganistan Türklerinin Lideri ve Afganistan Silahlı Kuvvetleri Başkomutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral Mesajı

Afganistan Türklerinin Lideri ve Afganistan Silahlı Kuvvetleri Başkomutanlığı Kurmay Başkanı Orgeneral Abdurraşid Dostum’un, Sekizinci Türk Dünyası Gençlik Buluşması Münasebetiyle Mesajı

Sekizinci Türk Dünyası Buluşmasına katılan değerli konuklar,
Öncelikle hepinizi selamlar ve bu muhteşem etkinliği düzenleyen tertip komitesine teşekkürlerimi sunarım.

Türk Dünyası’nın geleceğine yön verecek olan çok değerli gençler,
Ben uzun yıllar boyunca, yaşadığı büyük savaşlarla binlerce gencini kaybetmiş bir ülkeden, sadece Afganistan’daki Türk gençlerinin değil, aynı zamanda Türk Dünyası gençlerinin manevi atası olarak size sesleniyorum:

Bu Buluşmanızın asıl amacı; Balkanlardan Çin Seddi’ne kadar olan büyük coğrafyamızın gençlerini bir araya getirip sadece birbirini tanımasıyla sınırlı kalmak olmayıp bu coğrafya gençlerinin fikir gücünü ortak bir hedef için birleştirmek, bu topraklardaki potansiyelleri ortaya çıkarmak ve Türk Dünyasını daha parlak bir geleceğe taşıyarak Büyük Türk Milletini daha güçlü ve daha huzurlu bir millet haline gelmesini sağlamaktır.

Bu nedenle Türk Dünyası’nın ortak değeri olan merhum İsmail Bey Gaspralı’nın ‘BİRLİK’ mesajından yola çıkarak sorunlarımızı ortak sorun kabul etmeniz ve daha büyük hedeflere doğru ilerlemeniz gerekmektedir.

Kuşkusuz birçok ülkede siyasal hayatta ve bürokraside gençlerimize yol verilmemektedir. Ben şahsen gençlere yalnız yol değil, aynı zamanda rol verilmesi gerektiğine inanıyorum. Nitekim geçtiğimiz parlamento seçimlerinde Afganistan’ın birçok bölgesinden adaylığını açıklayan bazı gençleri bizzat destekleyerek parlamentoya girmelerini sağladım.

Aynı zamanda bazı gençleri valilik düzeyine kadar yükselmesini sağladım. Yakın gelecekte de bazı gençleri diplomat olarak yurt dışına göndermeyi ve gerçekleştirilmesi planlanan Parti kongresinde de partinin üst düzey yönetimine getirmeyi hedefliyorum. Çünkü ben gençlerimize bütün samimiyetimle güveniyorum.

Lideri olduğum Afganistan Milli ve İslami Hareketi’nin de Afganistan’daki Türk gençlerinin kanları ve canlarıyla kurulduğunu biliyorum. Şu noktayı da belirtmekte fayda vardır: Bundan 35 yıl önce Afganistan’da Türk lehçelerinin hiç biri ile neredeyse konuşmak bile mümkün değildi. Ama şu anda Türk lehçeleri Türklerin yoğunlukta yaşadığı bölgelerde Afganistan’ın üçüncü resmi dil olarak anayasada yerini almıştır. Kuşkusuz bunlar kaybettiğimiz gençlerin kanı pahasına elde edilmiştir. Bu nedenle gençlere önem veriyor ve onların gerçek mücadeleci olduklarına gönülden inanıyorum.

Bu doğrultuda, Türk Dünyası Gençlerinin manevi atası olarak size ve sizin aracılığınızla bu Buluşmada olmayan tüm Türk gençliğine olan tavsiyem; hedeflerinizi büyük tutmanız, bu hedefler için çok çalışmanız ve Türk dünyasını daha parlak bir geleceğe ulaştırmak için gece gündüz demeden emek harcamanızdır.

Unutmayın ki ilerlemekte olduğunuz Türk Dünyasını birleştirme yolu büyük güçlüklerle doludur. Bu yolda büyük engellerle karşılaşmanız mümkündür. Bu yolda dostlarınız olduğu gibi düşmanlarınız da fazladır. Sıkılmadan ve yorulmadan ilerleyin, çünkü onurlu ve şerefli bir yol olduğunu unutmayın.

Bir kez daha hepinizin gözlerinden öper ve başarılar dilerim. Gelecek Buluşmalardan birini Afganistan’da gerçekleştirerek buradaki gençlerle de daha yakından irtibat kurmanızı umut ediyorum.

Orgeneral Abdurraşid DOSTUM
Afganistan Türklerinin Lideri ve
Afganistan Silahlı Kuvvetleri Başkomutanlığı Kurmay Başkanı