Dr. Hicran KAZANCI
Tarih boyunca ABD'nin yapmış olduğu savaşlara bakıldığında şöyle bir tablo ile karşılaşırız: -
1812-1815 yılları arasında Büyük Britanya ve onun kolonisi altında olan ülkeler ile savaş.
- 1846-1848 yıllarında ABD-Meksika savaşı,
- 1898 yılında ABD-İspanyol savaşı.
- 1941 yılında Japonya'ya karşı savaş ilan eden ABD resmen İkinci Dünya Savaşı'na katıldı.
- ABD'nin 1950 yılında patlak veren Kore Savaşı'nda Birleşmiş Milletler üzerinden savaşın sonucunu etkileme müdahalesi.
- 1961 yılında Küba'daki Fidel Castro rejimine muhalif olan bir grubun Domuzlar Körfezi'ne yaptığı başarısız çıkarmaların ABD tarafından desteklenmesi.
- 1964-1973 tarihler arasında cereyan eden ABD-Vietnam Savaşı,
- 1989 yılında General Noriega'nın görevden alınması için Panama'ya yaptığı çıkarma.
Bahsi geçen tüm bu savaşlarda verilen insani ve maddi kayıplar şöyle dursun, savaşların başlangıcından sonuna kadar ABD'nin nitelediği "düşman" veya "düşmanlar" belliydi. Ancak, ABD, 2003 yılının Mart ayında işgal ettiği Irak'ta, işgalin her bir aşamasında önceden bilemediği "düşman" veya "düşmanlarla" karşı karşıya kaldığı gerçeğini fark ediyor. Başka bir ifadeyle, savaşın ilk aşamasında Saddam rejimi ile savaşan ABD askerleri, Saddam'ın devrilmesinden sonra Saddam yanlısı ve Iraklı Sünni direnişçi grupları ile bazen orta bazen de düşük yoğunlukta kent çatışmalarına girmek zorunda kaldı. Daha sonraki dönemde, işgalin ilk aşamasında ABD'ye karşı direnişe geçenler arasında yer almayan El-Kaide Örgütü sahneye çıktı. Irak'taki ABD askerlerine yönelik eylem yapan El-Kaide Örgütü, Irak'ta ABD'ye karşı yürütülen direniş harekâtının başını çeken Sünni gruplarla savunma, strateji ve taktikte anlaşmaya varamamasının bir sonucu olarak sıkıntıya girdi. ABD'nin de destek vermesiyle birlikte birçok Iraklı Sünni grup ABD askerlerine yönelttikleri namluların yönünü El-Kaide'ye çevirdi. Bu gelişme, yani söz konusu Sünni grupların bu tavrı bir taraftan ABD'yi tatmin ederken, diğer taraftan da ABD destekli ve Şii ağırlıklı Irak Hükümetine karşı olmaları ABD'yi kaygılandırıyor.
Tüm bunlar yaşanırken ABD yeni bir baş ağrısıyla karşılaştı. Iraklı Şiiler, Irak'ın "Sünni Üçgeni"nde ABD'ye karşı ortaya çıkan direnişe katılmama ve İran ile işbirliği yapmama karşılığında kurulacak Irak Hükümeti'nde egemen bir konuma gelme konusunda ABD ile prensipte anlaşmıştı. Ne var ki, ABD ile anlaşan İran destekli Iraklı Şiilerin bazı grupları daha sonradan ABD'ye karşı silahlı çatışmalara girdi. ABD Kongresi'nde konuşma yapan General David Petreaus'un "Bizim Irak'taki esas düşmanımız, bizlere ve Irak Hükümetine, Musul bölgesinde küçük bir alana sıkışan El-Kaide Örgütünden daha fazla zarar veren İran destekli Şii grupları içerisinde en radikal olan Muktada Sadr grubudur" şeklindeki açıklaması da durumu özetlemektedir. Gerek ABD Başkanı gerekse ABD generalleri tarafından Irak'taki tüm Şii gruplarını desteklediği ileri sürülen İran, etnik mezhep yapısından dolayı gerek Maliki Hükümeti, gerek Muktada Sadr grubu gerekse diğer Iraklı Şii grupları üzerinde geniş bir etkiye sahiptir. Nitekim İran, son dönemde Basra kentinde Sadr grubu ile Maliki Hükümeti arasında meydana gelen çatışmaların durdurulmasında büyük rol oynadı. Tüm bunlara ilaveten Maliki Hükümeti'nin Iraklı Şii grupları içerisinde en etkili nüfuza sahip olan ve Sadr grubuna karşı gelen Irak İslam Devrim Yüksek Konsey Başkanı Abdülaziz El-Hâkim tarafından desteklenmesi, ABD baskısına rağmen Maliki Hükümeti'nin İran ile yakın ilişki içerisinde olmasına yol açıyor. 2008 yılının Mayıs ayında Bağdat'ı ziyaret eden İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad için düzenlenen karşılama töreninin, ABD Başkanı George W. Bush'un Bağdat'a gerçekleştirdiği ziyaretlerindeki karşılama törenlerini gölgede bırakması, Bağdat-Tahran arasındaki güçlü bağlarının bir göstergesidir. Bu durumum devam etmesi, yani Bağdat Merkezi Hükümeti'ndeki Şii egemenliğinin devamı, Tahran-Bağdat ilişkilerinin güçlenmesine, buna karşılık Bağdat ile diğer tüm Arap Sünni yönetimin hâkim olduğu ülkeler arasındaki ilişkilerin de zayıflamasına neden olur.
Irak merkezli bölgeye yerleşme stratejisini ülkede etnik ve mezhep çatışmalar (Sünni, Şii, Kürt ve Türkmen) yaratma üzerine kuran Bush yönetimi, kısa sürede Irak'ı işgal edip ülkede istediği yönetimi oluşturarak kendi çıkarlarını garanti altına aldıktan sonra Irak'a komşu olan ülkelerdeki muhalif grupları güçlendirerek bu ülke rejimlerini pasifize etmeyi amaçlıyordu. Yani ABD, ülkenin yeraltı kaynaklarını kontrol etmek maksadıyla yer üstündeki istikrarsızlığın körüklenmesini sağlayan "böl-yönet" aracını kullanıyor. Bu aracı kullanan ABD, Irak'ta ortaya çıkan ve çıkartılan güç odaklarını birini diğerine karşı desteleyerek, bir kargaşa ortamı yaratmaya çalışıyor. Irak'taki güç odakları da ABD'nin desteğinden yararlanarak ülkede etkili konuma gelmeye gayret gösteriyor. Başka bir deyişle, Irak'taki güç grupları ABD'nin kendisini kullanarak yürüttüğü bu plandan çıkar sağlama çabası içine girmiş durumda. Bu çabanın ortaya çıkardığı şiddet, Irak'taki ABD, Irak halkı ve Iraklı güç gruplarının tamamı başta olmak üzere tüm bölgenin çıkarlarını derinden zedeleyecek bir keşmekeş yaratacaktır. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşundan bugüne dek, yukarıda belirtilen tüm savaşlara rağmen, ABD'nin imajı hiçbir zaman George W. Bush idaresinde olduğu kadar kötü olmamıştı. 2001 yılında ABD hükümetinin başına geçen Bush yönetiminin bölgeye yönelik güttüğü yanlış politikaların sebep olduğu kötü imajın düzeltilmesi için harcanan böylesi büyüklükte bir çabaya da ABD tarihi tanıklık etmemişti bugüne dek. Dolayısıyla ABD, Irak'ta çıkar temeline dayalı tüm planlarını derhal insani değerlere dayalı projeye dönüştürülmelidir. Söz konusu ABD olunca böylesi bir değişimin güçlüğü de ortaya çıkıyor.
Tarih boyunca ABD'nin yapmış olduğu savaşlara bakıldığında şöyle bir tablo ile karşılaşırız: -
1812-1815 yılları arasında Büyük Britanya ve onun kolonisi altında olan ülkeler ile savaş.
- 1846-1848 yıllarında ABD-Meksika savaşı,
- 1898 yılında ABD-İspanyol savaşı.
- 1941 yılında Japonya'ya karşı savaş ilan eden ABD resmen İkinci Dünya Savaşı'na katıldı.
- ABD'nin 1950 yılında patlak veren Kore Savaşı'nda Birleşmiş Milletler üzerinden savaşın sonucunu etkileme müdahalesi.
- 1961 yılında Küba'daki Fidel Castro rejimine muhalif olan bir grubun Domuzlar Körfezi'ne yaptığı başarısız çıkarmaların ABD tarafından desteklenmesi.
- 1964-1973 tarihler arasında cereyan eden ABD-Vietnam Savaşı,
- 1989 yılında General Noriega'nın görevden alınması için Panama'ya yaptığı çıkarma.
Bahsi geçen tüm bu savaşlarda verilen insani ve maddi kayıplar şöyle dursun, savaşların başlangıcından sonuna kadar ABD'nin nitelediği "düşman" veya "düşmanlar" belliydi. Ancak, ABD, 2003 yılının Mart ayında işgal ettiği Irak'ta, işgalin her bir aşamasında önceden bilemediği "düşman" veya "düşmanlarla" karşı karşıya kaldığı gerçeğini fark ediyor. Başka bir ifadeyle, savaşın ilk aşamasında Saddam rejimi ile savaşan ABD askerleri, Saddam'ın devrilmesinden sonra Saddam yanlısı ve Iraklı Sünni direnişçi grupları ile bazen orta bazen de düşük yoğunlukta kent çatışmalarına girmek zorunda kaldı. Daha sonraki dönemde, işgalin ilk aşamasında ABD'ye karşı direnişe geçenler arasında yer almayan El-Kaide Örgütü sahneye çıktı. Irak'taki ABD askerlerine yönelik eylem yapan El-Kaide Örgütü, Irak'ta ABD'ye karşı yürütülen direniş harekâtının başını çeken Sünni gruplarla savunma, strateji ve taktikte anlaşmaya varamamasının bir sonucu olarak sıkıntıya girdi. ABD'nin de destek vermesiyle birlikte birçok Iraklı Sünni grup ABD askerlerine yönelttikleri namluların yönünü El-Kaide'ye çevirdi. Bu gelişme, yani söz konusu Sünni grupların bu tavrı bir taraftan ABD'yi tatmin ederken, diğer taraftan da ABD destekli ve Şii ağırlıklı Irak Hükümetine karşı olmaları ABD'yi kaygılandırıyor.
Tüm bunlar yaşanırken ABD yeni bir baş ağrısıyla karşılaştı. Iraklı Şiiler, Irak'ın "Sünni Üçgeni"nde ABD'ye karşı ortaya çıkan direnişe katılmama ve İran ile işbirliği yapmama karşılığında kurulacak Irak Hükümeti'nde egemen bir konuma gelme konusunda ABD ile prensipte anlaşmıştı. Ne var ki, ABD ile anlaşan İran destekli Iraklı Şiilerin bazı grupları daha sonradan ABD'ye karşı silahlı çatışmalara girdi. ABD Kongresi'nde konuşma yapan General David Petreaus'un "Bizim Irak'taki esas düşmanımız, bizlere ve Irak Hükümetine, Musul bölgesinde küçük bir alana sıkışan El-Kaide Örgütünden daha fazla zarar veren İran destekli Şii grupları içerisinde en radikal olan Muktada Sadr grubudur" şeklindeki açıklaması da durumu özetlemektedir. Gerek ABD Başkanı gerekse ABD generalleri tarafından Irak'taki tüm Şii gruplarını desteklediği ileri sürülen İran, etnik mezhep yapısından dolayı gerek Maliki Hükümeti, gerek Muktada Sadr grubu gerekse diğer Iraklı Şii grupları üzerinde geniş bir etkiye sahiptir. Nitekim İran, son dönemde Basra kentinde Sadr grubu ile Maliki Hükümeti arasında meydana gelen çatışmaların durdurulmasında büyük rol oynadı. Tüm bunlara ilaveten Maliki Hükümeti'nin Iraklı Şii grupları içerisinde en etkili nüfuza sahip olan ve Sadr grubuna karşı gelen Irak İslam Devrim Yüksek Konsey Başkanı Abdülaziz El-Hâkim tarafından desteklenmesi, ABD baskısına rağmen Maliki Hükümeti'nin İran ile yakın ilişki içerisinde olmasına yol açıyor. 2008 yılının Mayıs ayında Bağdat'ı ziyaret eden İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad için düzenlenen karşılama töreninin, ABD Başkanı George W. Bush'un Bağdat'a gerçekleştirdiği ziyaretlerindeki karşılama törenlerini gölgede bırakması, Bağdat-Tahran arasındaki güçlü bağlarının bir göstergesidir. Bu durumum devam etmesi, yani Bağdat Merkezi Hükümeti'ndeki Şii egemenliğinin devamı, Tahran-Bağdat ilişkilerinin güçlenmesine, buna karşılık Bağdat ile diğer tüm Arap Sünni yönetimin hâkim olduğu ülkeler arasındaki ilişkilerin de zayıflamasına neden olur.
Irak merkezli bölgeye yerleşme stratejisini ülkede etnik ve mezhep çatışmalar (Sünni, Şii, Kürt ve Türkmen) yaratma üzerine kuran Bush yönetimi, kısa sürede Irak'ı işgal edip ülkede istediği yönetimi oluşturarak kendi çıkarlarını garanti altına aldıktan sonra Irak'a komşu olan ülkelerdeki muhalif grupları güçlendirerek bu ülke rejimlerini pasifize etmeyi amaçlıyordu. Yani ABD, ülkenin yeraltı kaynaklarını kontrol etmek maksadıyla yer üstündeki istikrarsızlığın körüklenmesini sağlayan "böl-yönet" aracını kullanıyor. Bu aracı kullanan ABD, Irak'ta ortaya çıkan ve çıkartılan güç odaklarını birini diğerine karşı desteleyerek, bir kargaşa ortamı yaratmaya çalışıyor. Irak'taki güç odakları da ABD'nin desteğinden yararlanarak ülkede etkili konuma gelmeye gayret gösteriyor. Başka bir deyişle, Irak'taki güç grupları ABD'nin kendisini kullanarak yürüttüğü bu plandan çıkar sağlama çabası içine girmiş durumda. Bu çabanın ortaya çıkardığı şiddet, Irak'taki ABD, Irak halkı ve Iraklı güç gruplarının tamamı başta olmak üzere tüm bölgenin çıkarlarını derinden zedeleyecek bir keşmekeş yaratacaktır. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşundan bugüne dek, yukarıda belirtilen tüm savaşlara rağmen, ABD'nin imajı hiçbir zaman George W. Bush idaresinde olduğu kadar kötü olmamıştı. 2001 yılında ABD hükümetinin başına geçen Bush yönetiminin bölgeye yönelik güttüğü yanlış politikaların sebep olduğu kötü imajın düzeltilmesi için harcanan böylesi büyüklükte bir çabaya da ABD tarihi tanıklık etmemişti bugüne dek. Dolayısıyla ABD, Irak'ta çıkar temeline dayalı tüm planlarını derhal insani değerlere dayalı projeye dönüştürülmelidir. Söz konusu ABD olunca böylesi bir değişimin güçlüğü de ortaya çıkıyor.
No comments:
Post a Comment